Eski Radikal Gazetesi Yazarı KIRIKKANAT”ın Teorisi Hakkındaki Bilgi Eksikliği Ve Yanılgısı

Eski Radikal Gazetesi yazarı Mine G. Kırıkkanat”ın, 12 Mart 2001 tarihinde “İnsanlar ve hayvanlar” başlıklı bir yazısı yayınlandı. Kırıkkanat, söz kosunu yazısında, Darwinizm”i savundu. Ancak, Darwinizm”i savunurken öne sürdüğü deliller konu hakkında çok yüzeysel bir bilgiye sahip olduğunu, Darwinizm”i bilimsel delillerinden çok ideolojik bir bağlılıkla savunduğunu da ortaya koydu. Burada, Kırıkkanat”ın Darwinizm hakkındaki yanılgılarına yer verilecektir.

Kırıkkanat”ın Rekapitülasyon Yanılgısı

Kırıkkanat, Darwinizm savunuculuğu yaptığı yazısında, kendisine destek olarak, “Rekapitülasyon teorisi”ni göstermiştir. Kırıkkanat, bilmiyor olabilir ancak, öne sürdüğü iddialar “rekapitülasyon teorisi” olarak bilinmektedir ve yaklaşık 100 sene önce geçersizliği ispat edilmiştir. Geçtiğimiz yıllarda New Scientist, Science, American Scientist gibi ünlü bilim dergilerinde yayınlanan bilimsel makalelerle de, bilim tarafından reddedilen bir teori olduğu tekrar vurgulanmıştır.

Kırıkkanat iddiasında tavuk, maymun, insan, domuz, balık ceninlerinin birbirlerine çok benzediğini, bu nedenle bu canlıların hepsinin insanın evrimsel akrabası olduğunu ileri sürmüştür. Bu farklı canlıların ceninlerinin resmini görmek Kırıkkanat”ı çok heyecanlandırmış olabilir. Ancak, bu gördüğü benzerlikler evrimsel bir akrabalığa işaret etmemektedir.

Kırıkkanat”ın cenin resimlerine bakarak, birbirine benzettiği organlar, her canlıda tamamen farklı görevler üstlenmektedir. Örneğin Kırıkkanat”ın insan cenininde gördüğü ve kuyruk sandığı uzantı, aslında bir kuyruk değildir. Ve sözde “sürüngen atalarımızdan” bize kalmış bir parça da değildir. O uzantı insanın omurga kemiğidir ve sadece bacaklardan önce çıktığı için kuyruk gibi gözükmektedir. Kırıkkanat gibi düşünen evrimcilerin insan embriyosuna bakıp solungaca benzettikleri organ ise, insanın orta kulak kanalının, paratiroidlerinin ve timüs bezlerinin başlangıcıdır, solungaçla hiç bir ilgisi yoktur

Aslında canlıların embriyolarının birbirine benzer olmasını evrime delil sanmak da son derece saçma bir düşüncedir. Çünkü sözkonusu omurgalı canlıların hepsi, ayaklara, ellere, gözlere, kulaklara sahiptir. Cenin hali ise bu organların tam şekillenmediği, yeni inşa edilmeye başlandığı bir evredir. Ve her bakan mutlaka bazı benzerlikler görebilecektir. Ancak bunlar canlı türlerinin birbirlerinden evrimleştiklerini göstermez.

Nitekim bunu evrimciler de kabul etmektedirler ve “rekapitülasyon” teorisini evrime delil olarak kullanmamaktadırlar. Neo-darwinizm”in kurucularından George Gaylord Simpson bunu henüz 1960’larda şöyle ifade etmiştir:

 

 

“Bugün canlıların embriyolojik gelişimlerinin geçmişlerini yansıtmadığı artık biliniyor.” (G. G. Simpson, W. Beck, An Introduction to Biology, New York, Harcourt Brace and World, 1965, s. 241)

 

 

American Scientist”te yayınlanan bir makalede ise şöyle denmektedir:

 

 

Biyogenetik yasası (Rekapitülasyon Teorisi) artık tamamen ölmüştür. 1950″li yıllarda ders kitaplarından çıkarıldı. Aslında bilimsel bir tartışma olarak 20″li yıllarda sonu gelmişti. (Keith S. Thompson, “Ontogeny and Phylogeny Recapitulated”, American Scientist, cilt 76, Mayıs / Haziran1988, s. 273)

 

 

New Scientist dergisindeki 16 Ekim 1999 tarihli bir makalede ise şunlar yazılıdır:

 

 

Haeckel, teorisini “biyogenetik yasa” olarak adlandırdı ve bu düşünce kısa zamanda “rekapitülasyon” olarak popülerleşti. Gerçekte ise, Haeckel”in keskin yasasının yanlış olduğu yakın bir zaman sonra gösterildi. Örneğin, erken insan embriyosunun hiçbir zaman bir balık gibi solungaçları yoktur ve embriyo hiçbir zaman erişkin bir sürüngene ya da maymuna benzer evrelerden geçmez. (Ken McNamara, “Embryos and Evolution”, New Scientist, 16 Ekim 1999)

 

 

Yani Kırıkkanat, “insan cenini ile maymun cenini birbirinin tıpatıp aynısı” derken bilimsel bir açıklamada bulunmamakta, sadece resimlere bakarken içinden geçirdiği duygu ve isteklerini dile getirmektedir.

Ünlü bilim dergisi Science”ın 5 eylül 1997 tarihli sayısında yayınlanan bir makalede ise, Londra”daki St. George”s Hospital Medical School”dan evrimci Michael Richardson”ın şu ifadelerine yer verilmiştir:

 

 

“…embriyoların birbirine çok benzedikleri izlenimi yanlış… embriyolar çoğu zaman şaşırtıcı derecede farklı görünüyorlar… Gerçekte birbirlerine çok yakın olan balık türlerinin embriyolarında bile, görünümleri ve gelişim sürecleri açısından çok büyük farklılıklar bulunuyor”

 

 

Kırıkkanat’ın “Parmak Benzerliği” Yanılgısı

Mine Kırıkkanat makelesinde ayrıca “bilim adamları son yıllarda tavukların orta ayak tırnağıyla insanların başparmağının, aynı “atasal” parmağın evrimleri olduğunu kanıtladılar” diye yazmıştır. Oysa sözünü ettiği ve bilimsel literatürde “pentadactyl homolojisi” (beşparmaklılık benzerliği) olarak anılan kavram, bilim adamları tarafından “son yıllarda kanıtlanan” bir iddia değil, 20. yüzyılın başından beri savunulan, oysa 1980’lerden bu yana geçerliliğini yitirmiş bir iddiadır.

Evrimciler, uzun zaman boyunca, omurgalı kara canlılarının çoğunda görülen “beşparmaklı el ve ayak yapısı”nın, tüm bu canlıların ortak bir atadan geldiklerinin kanıtı gibi sunmuşlardır. Oysa moleküler biyolojiden gelen deliller, bu evrimci iddiaya darbe indirmiştir. “Beşparmaklılık benzerliği” varsayımı, bu parmak yapısına sahip (pentadactyl) olan farklı canlılarda, parmak yapılarının çok farklı genler tarafından kontrol edildiği anlaşıldığında çökmüştür. Evrimci biyolog William Fix, beşparmaklılık hakkındaki evrimci tezin çöküşünü şöyle anlatır:

 

 

Evrim konusunda homoloji fikrine sıkça başvuran eski ders kitaplarında, farklı hayvanların iskeletlerindeki ayakların yapısı üzerinde özellikle duruluyordu. Dolayısıyla bir insanın kolunda, bir kuşun kanatlarında ve bir yarasanın yüzgeçlerinde bulunan pentadactyl (beşparmaklı) yapı, bu canlıların ortak bir atadan geldiklerine delil sayılıyordu. Eğer bu değişik yapılar, mutasyonlar ve doğal seleksiyon tarafından zaman zaman modifiye edilmiş aynı gen-kompleksi tarafından yönetiliyor olsalardı, bu teorinin de bir anlamı olacaktı. Ama ne yazık ki durum böyle değildir. Homolog organların, farklı türlerde tamamen farklı genler tarafından yönetildiği artık bilinmektedir. Ortak bir atadan gelen benzer genler üzerine kurulmuş olan homoloji kavramı çökmüş durumdadır. (Fix, William, The Bone Peddlers: Selling Evolution (New York: Macmillan Publishing Co., 1984), s. 189)

 

 

Kırıkkanat”ın homo habilis yanılgısı

Kırıkkanat yazısında, “insan neslindeki dönemecin 2,5 milyon yıl önce Homo Habilis tarafından aşıldığını” da öne sürmektedir. Ancak Kırıkkanat yine bilimsel literatürü pek yakından takip edemediğinden ve kulaktan dolma bilgilerle yazısını hazırladığından olsa gerek, Homo habilis”in insan nesli ile bir ilgisi olmadığını, bu canlı türünün bir tür maymun olduğunun çok önceleri ortaya çıktığının farkında değildir.

Evrimciler Homo habilis”i Homo erectus”a geçişten önceki bir ara form olarak tanımlamaktaydılar. Ancak Tim White tarafından bulunan ve OH62 ismi verilen iskelet ve kafatası fosili, bu türün günümüz maymunlarınınki gibi küçük beyin hacmine, dallara tırmanmaya yarayan uzun kollara ve kısa bacaklara sahip olduğunu göstermiştir.

Amerikalı antropolog Holly Smith”in 1994 yılında yaptığı detaylı analizler de yine Homo habilis“in aslında “homo” yani insan değil, maymun olduğunu ortaya koymuştur. Smith, Australopithecus, Homo habilis, Homo erectus ve Homo neandertalensis türlerinin dişleri üzerinde yaptığı analizler hakkında şöyle demiştir:

 

 

Dişlerin gelişimi ve yapısı kriterine dayanarak yaptığımız analizler, Australopithecus ve Homo habilis türlerinin Afrika maymunlarıyla aynı kategoride olduklarını, ancak Homo erectus ve Neandertal türlerinin günümüz insanlarıyla aynı yapıya sahip olduğunu göstermektedir. (Holly Smith, American Journal of Physical Antropology, cilt 94, 1994, s. 307-325)

 

 

Aynı yıl Fred Spoor, Bernard Wood ve Frans Zonneveld adlı üç anatomi uzmanı, çok farklı bir yöntemle yine aynı sonuca ulaştılar. Bu yöntem, insan ve maymunların iç kulaklarında yer alan ve denge sağlamaya yarayan yarı-çembersel kanalların karşılaştırmalı analizine dayanıyordu. Spoor, Wood ve Zonneveld”in, inceledikleri tüm Australopithecus ve dahası Homo habilis örneklerinin iç kulak kanalları günümüz maymunlarınkilerle aynıydı. Homo erectus“un iç kulak kanalları ise, aynı günümüz insanlarındaki gibiydi. (Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, “Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion”, Nature, cilt 369, 23 Haziran 1994, s. 645-648)

Bu bulgu çok önemli iki sonucu göstermektedir:

(1) Homo habilis adıyla anılan fosiller, gerçekte “homo” yani insan sınıflamalarına değil, Australopithecus (maymun) sınıflamalarına dahildir.

(2) Hem Homo habilis hem de Australopithecus türleri, eğik yürüyen, yani maymun iskeletine sahip canlılardır. İnsanlarla ilgileri yoktur.

Kısacası, son bilimsel bulgular, Mine Kırıkkanat’ın “insanın ilkel atası” zannettiği Homo habilis sınıflamasına ait canlıların insanla ilgisiz bir maymun türü olduğunu (ve “Homo” olarak tanımlanmasının aslında bir hata olduğunu), gerçekte insanın yeryüzünde herhangi bir evrimsel atası olmadan, aniden ortaya çıktığını göstermektedir.

Sonuç

Kırıkkanat, Darwinizm”i savunurken, en koyu Darwinistleri dahi utandırabilecek kadar birçok gaf yapmış, bilimsel literatürden yıllar önce çıkartılmış iddiaları sanki Darwinizm”in çok açık bir deliliymiş gibi, kendinden çok emin ve kesin bir üslupla okuycularına sunmuştur. Ne tesadüftür ki, Kırıkkanat yazısına şöyle bir giriş yapmıştır: “Eskiler… hiçbirşey bilmeyen, bilmediğini bilmeyen, ancak en iyisini kendisinin bildiğini sananlara “cehl-i mükap” derlerdi… Ve yaşamımız, dünyadan çoktan aydınlanmış karanlıklar içinde debelenerek, “cehl-i mükaplara” karşı yerçekimini her gün yeniden keşfetmek ve yeryüzünün döndüğünü kanıtlamakla geçiyor.”

Kırıkkanat, bu konuda haklıdır. İnsanlar 19. yüzyılda ortaya atılmış hurafelere hiçbir araştırma yapmadan körü körüne inanmaya, bilimsel gelişmeleri takip etmeden akıllarına koyduklarını savunmaya devam ederlerse, “cehl-i mükap” olmaktan kurtulamazlar. Gerçeklere gözlerini kapatmayanlar, araştırmacı, yeniliklere açık, öğrenmekten, fikir değiştirmekten, doğruları kabul etmekten korkmayanlar ise, bu “cehl-i mükap”ların gaf ve hatalarını her zaman görürler. Dahası, sabır ve itina ile, “cehl-i mükaplar”a gerçekleri böyle tek tek açıklamayı bir göree sorumluluk olarak bilirler.

Sayın Mine Kırıkkanat’ın da bu açıklamaları dikkate alması, “bilmediğini bilerek”, bunu kabul ederek, gerçekleri incelemesi ve uzun süredir içinde bulunduğu anlaşılan Darwinist hipnozdan bir an önce kurtulması gerekmektedir

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.