Evrimcilerin de kabul ettiği gerçek: Australopithecus sediba insan atası değil!

Bildiğimiz gibi 2008 yılında Malapa’da bulunan 12-13 yaşında bir kafatası fosiline Australopithecus Sediba ismi verildi. 2010–2013 arasında bu fosile ait altı ayrı makale Science dergisinde yayınlandı ve evrimciler arasında insanın atası olabilecek sözde kayıp halka olarak ilan edildi.

Evrimciler, yaklaşık 2 milyon yıl önce yaşadığı düşünülen A. Sediba’nın, Homo Erectus öncesi yaşadığını  ve bu yüzden insanın atası olması gerektiğini iddia ettiler. Bu sebeple A. Sediba, bir kısım özellikleri ile Australopithecuslara, bir kısım özellikleri ile insana benzetilerek ara geçiş formu iddiasıyla sözde bilimsel yazılar yazıldı. Söz konusu yazılar, basın yayın organlarında manşetlerde yer alarak haber yapıldı.

2010 yılında daha ilk makaleler yayınlandığında, iddiaların gerçek dışı olduğunu belirten yazılarımızı yayınlamıştık. 1,2

2017 yılında Amerikan Fiziksel Antropologlar Derneği’nin yıllık toplantısında bu konu, Arizona State Üniversitesi’nde paleoantropolog olan Bill Kimbel öncülüğünde yeniden ele alındı. A. Sediba kafatası incelendi; eski iddialar tek tek çürütülerek Sediba’nın insan atası olmadığı, diğer Australopithecuslara benzediği kabul edildi. Böylece 7 yıllık sözde insan atası iddiası da evrimciler tarafından reddedilmiş oldu.

Ne iddia edilmişti; aslında neydi?

Dar elmacık kemikleri, küçük dişler, belirgin burun:

12-13 yaşında bir canlıya ait kafatasındaki bu özelliklerin australopithecustan daha çok insana benzediği söylenmişti. Bu sebeple insan öncesi bir sözde ara form olarak tanıtıldı. Halbuki, çocuk yaştaki bu fosilin gelişimini tamamlamadığı çok açık. Bu sebeple elde bulunan yetişkin fosillerle de karşılaştırılması imkansız. Tek başına bir insanı ya da hayvanı küçük yaştan itibaren izlemeye aldığımızda bile, aynı bireyde dahi bir çok yapısal farklılıklar yaş ilerledikçe ortaya çıkar. 5 yaşındaki bir çocuk, 15 yaşına geldiğinde çok farklı bir iskelet yapısına sahiptir. Yetişkinliğe geldiğinde 15 yaşındaki halinden bile bir çok farklılıklar içerir. Bu sebeple sırf yapısal küçük nüanslara bakılarak bir fosil hakkında kesin hükme varmak imkansızdır.

Elmacık kemiklerinin ve dişlerin gelişimini etkileyen en önemli faktör, yeme alışkanlığına bağlıdır. Sert ve çok çiğneme gerektiren diyete sahip bir canlının çiğneme kasları da buna göre daha fazla gelişecek; aksi durumda ise daha güçsüz kalacaktır. Kasların tutunduğu kemik yapılar ve dişler de bu oranda gelişmiş olacak veya dar kalacaktır. Dikkat edilirse burada genetik faktörlerden çok çevresel faktörler etkili olmaktadır; genlerin izin verdiği ölçüde kemik ve kaslarda değişim ve gelişim yaşanmaktadır. Bu durumda, bir türün farklı bireyleri arasında dahi yapısal pek çok farklar bulunmaktadır. Yani çeşitli varyasyonlar varlığı, farklı tür olduğunun delili değildir. Bu sebeple kemiğin daha dar veya geniş olması, dişlerin büyüklüğü gibi kavramlar, tür ayrımı yapılması konusunda güvenilir olmayan bilgilerdir.

Dar kalça kemiği ve uzun uyluk kemikleri:

2008 yılında ilk bulunan kafatası bulgusundan sonra aynı kazı alanında devam eden çalışmalarda, bu sefer kalça ve bacak kemiklerine ait yetişkin fosil parçaları elde edildi. Yapılan yorumlar hemen, A. Sediba’nın yetişkin haline ait parçalar olarak ilan edildi. Dar kalça kemiğine sahip olduğu için canlı, dik yürümeye daha elverişli, uzun bacak kemikleri ile adım atmaya daha uygun olarak değerlendirildi. Oysa gerçekte bu iki farklı fosil bulgusunun aynı türe ait olduğuna dair hiçbir delil yoktu.

Birbirine yakın katmanlar üzerinde bulunan fosiller üzerine yapılan yaş tayinleri, doğrudan fosil kalıntısı üzerine yapılmak yerine, bulunduğu katmanın yaşının belirlenmesi ilkesine dayanmaktadır; bu ise beraberinde pek çok yanlış yorum yapılmasına imkan veren bir durumdur. Fosillerin aynı katmanda ve aynı mekanda bulunmuş olması aynı zamanda yaşadıklarının delili olamaz. Bu katmanlara dair yaş tayini yapılırken 50-100 bin yıl gibi aslında çok geniş yanılma paylarıyla birlikte verilir. 100 bin yıl, tarihsel katmanlarda küçük gibi görülse de çok uzun zamanlardır. Bu yanılma payı içinde pek çok farklı canlı türü, hatta birbirini hiç görmemiş canlı türleri, fosil katmanlarında aynı ortamda bulunabilir. Bu durumda fosil kayıtlarını ilişkilendirmenin ne derece delil oluşturabileceği ortadadır.

Diğer yandan dar kalça kemiğinin dik yürüme için yeterli görülmesi de son derece şaşırtıcıdır. Dik yürümek, denge organlarından, omurgaya, eklem yapısından el-ayak yapısına kadar çok sayıda organ ve yapının uyumlu olmasını gerektiren kompleks bir harekettir. Sadece kemik darlığının dik yürüme delili olamayacağı açıktır. Bugün yaşayan dar kemikli çoğu hayvan dört ayakla yürümektedir. Fakat çoğu, uzun süre iki ayağı üzerinde dahi duramamaktadır.

Beyin hacmi

Sediba’nın beyin hacmi 420 cm3 olup erişkin hacminin %95 boyutunda olduğu söylenmektedir. Bu haliyle insan beyin hacmi olan 1200-1400 cm3 hacmine göre çok küçüktür. Evrimciler beyin hacminin zamanla artarak gitmesi ve günümüzdeki hacmine ulaşması gerektiğini iddia ederler. Peki fosil kayıtlarında beyin hacminin zamanla yavaş yavaş geliştiğine dair izler var mıdır? Cevap tabii ki hayır! İlk insanın beyin hacmi neyse günümüzdeki insanın beyni de aynıdır.

Evrimciler de bunun bilincindedir. Aradaki devasa boşluğu, sahte fosillerle, ya da sözde insansı gibi göstermeye çalıştıkları maymun cinsi fosilleriyle doldurmaya çalışır, ya da eski insan fosillerini maymun gibi gösterirler. Amaç yavaş yavaş değişim varmış gibi göstermektir. Australopithecus türleri tam olarak maymun, homo fosilleri de tam olarak insan karakteri taşırlar. Zaman zaman ortaya atılmış evrimci sahtekarlıklar işte bu çaresizliğin ürünüdür.

Örneğin, “Homo habilis” olarak geçmişte sözde “insansı” olarak tanıtılan ve  Australopithecus ile insan arası boşluğu tamamlamaya yönelik çarpıtılan bir fosilin  yıllar sonra bir maymuna ait olduğu, Australopithecus habilis olarak isimlendirilmesi gerektiği anlaşıldı. 3

Yine “Turkana çocuğu” olarak yıllarca günümüz insanın sözde evrimsel atası gibi gösterilmeye çalışılan fosilin de her özelliğiyle günümüz insanıyla aynı özellikleri taşıdığı, farklı bir tür olmadığı ortaya çıktı. 4

Tabi Ardi’yi de unutmamak gerek! Ardipithecus ramidus dik yürüyen bir ara form olarak lanse edildi. Evrimciler ileri derecede deforme haldeki kalça kemiklerini laboratuvarda kendi hayal güçleriyle bir araya getirerek canlının dik yürüdüğünü iddia ettiler. Diğer evrimci çevreler tarafından da bu iddia çok eleştiri aldı. Oysa Ardi’nin ayakları ve diğer özellikleri ile tam bir tırmanıcı olduğu, dik yürümeye elverişli vücut yapısının olmadığı ortadaydı. Çünkü o bir bonobo maymunuydu. 5

Evrimcilerin çaresizlikleri

Yüzyılı aşkın süredir üretilen sahte veya çarpıtılmış fosil iddiaları, evrimcilerin çaresizliklerinin aslında en iyi delilidir. Sahtekarlık, ancak delil yokluğunda başvurulan bir durumdur. Bugüne kadar elde edilmiş 700 milyona yakın fosil arasında umut ettikleri ara geçiş formlarına ait tek bir fosili bile bulamayan evrimciler sahtekarlık yöntemine başvurmuştur. Eğer evrimcilerin iddia ettiği gibi yavaş değişimlerle türler ortaya çıkmış olsaydı, bu kadar çok sayıda fosilin içinde bir çok ara geçiş formu bulunması gerekirdi; hatta fosil yatakları ara geçiş formları ile dolu olmalıydı. Oysa, eldeki tüm fosiller eksiksiz ve her türlü özellikleri ile bir anda tarih sahnesinde belirmekte ve değişmeden türlerini devam ettirmektedir. O halde evrimciler için iki seçenek vardır; ya ara geçiş formlarının bulunmadığını kabul edecekler ya da fosiller üzerinde oynayıp çarpıtarak sahte deliller üreterek evrim iddialarını yaşatmaya çalışacaklardır.

Birinci seçenek samimi ve bilimsel olan yoldur. Tarafsız olarak bilim yapan bir bilim adamı delil yokluğu durumunda hipotezinden vazgeçip yeni hipotezler üzerine araştırma yapar. İkinci yol ise bilimsel değil ideolojiktir; bu yolun temelinde ateist ideolojiye bilimin alet edilmesi söz konusudur. Sözde bilim adamları sözde bilimsel dergiler yoluyla batıl ideolojilerini kendileri de farkında oldukları halde yaşatmaya çalışmaktadırlar. Yüzyıl önce bunu yapmak, yetersiz delil ve bilgiye sınırlı ulaşım nedeniyle çok kolay başarılıyordu. Evrimciler uydurdukları yalanlara birbirlerini de inandırabiliyorlardı. Uydurulan sahte bir delilin etkisi onlarca yıl devam edebiliyordu. Ancak günümüzde bilimsel verilerin artması ve bilgiye ulaşmanın çok kolaylaşması, evrimcilerin sahte ideolojilerinin de sonu oldu. Bilimsel verilerin evrimi yalanlaması artık açık seçik görülebiliyor. Bunun yanında yapılan sahte veya yanıltıcı bir haber, etkisini onlarca yıl sürdüremiyor; en çok bir kaç yıl içinde yanlışlanıyor. Bu durum evrimci ideoloji için tam bir çaresizliktir. Evrimciler, artık geniş kitleleri yalanları ile etkileyemiyor, hatta sahte iddialarıyla rezil oluyorlar.

Sayın Adnan Oktar’ın çalışmaları ve dünya çapında yaptığı etki, evrimcilerin bu sahtekarlıklarının anlaşılmasında büyük vesile olmuştur; olmaya da devam etmektedir. Darwinist haber ve yayınların sayısı günden güne azalmaktadır. Artık evrimciler sahte delil üretme konusunda zorlanmakta, masallarla insanları kandıramamaktadır. Darwinist bilim adamlarını, bu konuda samimi ve bilimsel davranmaya çağırıyor ve evrimi yıkan delilleri görmezden gelmemeye davet ediyoruz.

Kaynaklar

  1. http://harunyahya.org/tr/Articles/22757/Darwinistlerin-utanc-duyduklari-ikinci-bir-Ardi-Vakasi-Australopithecus-Sediba
  2. http://m.harunyahya.org/tr/works/22571/Darwinistler-neden-kendilerini-kucuk-dusurmekte-bu-kadar-israrlilar
  3. http://harunyahya.org/tr/Evrim-Sozlugu/15919/homo-habilis
  4. http://harunyahya.org/tr/NetCevap/148304/Turkana-Cocugu-Masali
  5. http://harunyahya.org/tr/NetCevap/148439/Darwinistler-#8220;Tekrar-Ozur-Diliyoruz-Ardi-Konusunda-Da-Yanilmisiz#8221

Ayrıca bakınız

Her sene tekrarlanan “Ara form Homo naledi” iddiası bu sefer kısa sürdü

Darwinistlerin klasik taktiklerinden biri eski fosilleri tekrar tekrar gündeme getirmek ve aynı fosille ilgili yeni …