Bilim Ütopya”cıların Yanılgıları

Genom Projesi”nin kapak konusu olduğu Ağustos 2000 tarihli Bilim Ütopya Dergisi”nde yer alan birçok makalede önemli yanılgılar bulunmaktadır. Bu yazı, bu yanılgıların düzeltilmesi ve kamuoyunun doğru ve ispatlı bilgilerle bilgilendirilmesi amacıyla hazırlanmıştır.

ENDER HELVACIOĞLU”NUN “MADALYONUN İKİ YÜZÜ” BAŞLIKLI YAZISINDAKİ ÖNEMLİ YANILGILAR VE BİLİMDIŞI EVRİM MESAJLARI

1. Ender Helvacıoğlu”nun, genom projesinin evrim teorisini kanıtladığı iddiası içi boş bir evrim propagandasıdır, bilimsel bir gerçekliği yoktur.

Ender Helvacıoğlu bu yazısında, genom projesi ile elde edilen bilgilerin evrim teorisini ispatlayarak artık bir tartışma konusu olmaktan çıkardığını iddia etmektedir. Sn. Helvacıoğlu”nun bu iddiası, aslında evrimcilerin klasik “evrim propagandaları”na bir örnektir. Evrimciler, hiçbir zaman somut bir delil bulamamanın acısını, içi boş ama son derece iddialı görünen sloganlar kullanarak çıkarmaya çalışırlar. “Genom projesi evrim teorisini kesin olarak ispatladı” sloganı ise, genom projesi gündeme geldiğinden bu yana Türk evrimcilerinin en çok kullandıkları cümle haline gelmiştir. Ne varki, genom projesinde elde edilen bulgularla evrim teorisinin mekanizmalarının ne olduklarının bulunması arasında hiçbir bağlantı yoktur.

 

Sn. Helvacıoğlu”nun iddiasına göre, genlerle oynanarak canlılarda fiziksel değişikliklere neden olmak evrim teorisinin bir kanıtıdır. Bu hiç düşünülmeden veya “belki düşünmeyenler etkilenirler” diye söylenmiş bir sözdür. İnsan Genomu Projesi dahilinde, canlıların bozuk genlerinin düzeltilerek, birçok kalıtsal hastalığın iyileştirilebileceği veya genlerle oynanarak bir türün daha mükemmelleştirilebileceği doğrudur. Ne var ki, Sn. Helvacıoğlu”nun gözardı ettiği konu şudur: Bu müdahalelerin hepsi bilinç, akıl, bilgi, yetenek ve teknoloji sahibi insanlar tarafından bir plan ve tasarıma uyularak yapıldığı takdirde iyileşmeye ve gelişmeye yönelik sonuçlar verecektir.

Evrim teorisine karşı getirilen en önemli eleştiri zaten bu noktadadır. Evrim teorisinin iddiası, genlerin, proteinlerin, kısacası hayatın tüm yapıtaşlarının ve neticesinde canlılığın, hiçbir bilinç olmadan, tamamen tesadüflerin sonucunda zaman içinde kendi kendine oluştuğudur. Bu, kesinlikle kabul edilebilir bir açıklama değildir. Ne bilim, ne de mantık böyle bir tesadüf iddiasını kabul etmemektedir. Çünkü, genom projesinin gündeme gelmesiyle bir kez daha anlaşılmıştır ki, canlılık son derece kompleks, içiçe geçmiş ve hepsi birbirine bağlı, biri olmadan diğerinin olamayacağı yapılardan oluşmaktadır. Bu yapıların her biri kusursuz bir plan ve tasarıma sahiptir. Dolayısıyla böylesine mükemmel ve kompleks yapıların tesadüfler sonucunda, kendiliğinden oluşmaları ve yine tesadüfler sonucunda kendi kendilerini geliştirerek çok daha karmaşık yapıları meydana getirmeleri imkansızdır. Bunun için bilinç, akıl ve bilgi gerekir. Bu sonucun bize gösterdiği tek bir gerçek vardır: Canlılığı sonsuz bir bilgi ve akıl sahibi olan Allah yaratmıştır. Genom Projesi ile elde edilen bulgular, evrim teorisini kanıtlamamıştır, aksine Yaratılış gerçeğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

2. Genlerle oynamak “yaratmak” değildir.

Sn. Helvacıoğlu”nun bir diğer yanılgısı ise, bilimadamlarının genlere müdahale ederek değişikliklere neden olabilmelerinin sonucunda insanın “yaratan” olduğunu sanmasıdır. Bu, evrimcilerin Allah”ı inkarlarının bir sonucu olarak her fırsatta ortaya attıkları son derece temelsiz ve ateizm propagandasına yönelik bir iddiadır. Çünkü, mevcut olan genler üzerinde oynamalar yapmak ve o canlıda değişimlere neden olmak o canlıyı yaratmak değildir. Veya klonlama örneğinde olduğu gibi, bir canlının kök hücrelerini alarak, o kök hücreyi bir canlının rahmine yerleştirip o canlının aynısından üretmek de yaratmak değildir. Yaratmak, yoktan var etmektir. Ve evrimciler gayet iyi bilmektedirler ki, tek bir canlı hücresini dahi yoktan var etmekten acizdirler. Bu konuda yaptıkları çalışmaların tamamı başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

3. Sn. Helvacıoğlu”nun Yaratılış gerçeğini bir dogma, evrim dogmasını ise gerçek sanma yanılgısı

Sn. Helvacıoğlu yazısında, “Yaratılış dogmasına karşı, Evrim Kuramını savunmanın vazgeçilmez bir görev olduğu”nu belirtmiştir.

Sn. Helvacıoğlu”nun Yaratılışı bir dogma olarak nitelendirmesi çok büyük bir yanılgı ve tamamen kendi dogmatik ve tutucu bakış açısının bir ürünüdür. Çünkü, aslında kendisi de gayet iyi bilmektedir ki, Yaratılış, hiçbir bilimsel bulgu ile çelişmeyen bir gerçektir. Bilimsel bulgular, hep Yaratılış”ı destekler niteliktedir. Örneğin, Big Bang, evrenin bir başlangıcı olduğunu ispatlar bu ise Yaratılış gerçeğini teyid ederken, materyalizmi yalanlar; canlı türleri fosil kayıtlarında hiçbir ataya dair iz olmadan, aniden ve bugünkü halleriyle belirmektedir ve evrimcilerin olduğunu varsaydıkları ara geçiş formlarına ait bir tek fosil dahi bulunmamaktadır ve bu, evrim teorisini yalanlarken Yaratılış gerçeğini ispatlamaktadır. Canlılığın son derece karmaşık yapısı ise, tesadüflerin bir ürünü olamayacağını canlılığın oluşumu için mutlaka akıl, bilinç, bilgi ve yetenek gerektiği açıkça ortaya çıkmıştır. Bu ise evrim teorisini yalanlarken, bilinçli bir tasarımın, yani Allah”ın varlığının delili olmaktadır. Bunlar evrim teorisini ve materyalizmi yalanlarken, Yaratılış”ı destekleyen yüzlerce bilimsel bulgudan sadece birkaçıdır. Bu durumda Yaratılış gerçeğini kabul eden insanlar hiçbir zaman bilimsel bulgularla ters düşmezken, evrim teorisini savunanlar bilimsel bulguları gözardı etmekte ve böylece evrim teorisi adında bir dogma oluşturmaktadırlar.

ENDER HELVACIOĞLU”NUN “BİYOLOJİNİN ARDINDAKİ İDEOLOJİ” BAŞLIKLI YAZISINDA GÖZARDI ETTİĞİ ÖNEMLİ BİR GERÇEK VE DİĞER YANILGILAR

1. Canlıların genetik benzerliklerinin ortak bir atadan geldiklerinin delili olduğunu sanma yanılgısı

Evrimcilerin en sık kullandıkları “evrim telkini” metodlarından biri de, bilimsel bir geçerliliği olmayan bazı iddialarda bulunmak ve bunları evrimin önemli ve çarpıcı bir delili gibi sunmaktır. Sn. Helvacıoğlu da, evrimcilerin bu taktiklerine sık sık başvurmuş ve yazısında türler arasında genetik benzerlikler olduğunu ve bunun türlerin ortak bir atadan geldiklerinin delili olduğunu söylemiştir. Buna örnek olarak ise insanın genetik şifresinin meyve sineğininkiyle %70, maymununkiyle ise %98 benzer olduğunu göstermektedir.

Öncelikle belirtelim ki, insan ve maymun arasında %98 oranında genetik benzerlik olduğunu iddia etmek bilimsel değildir. Çünkü insanın genetik kodu henüz yeni çözülme aşamasındadır. Maymunların genetik kodu hakkında ise çok daha az bilgi mevcuttur. Yapılan karşılaştırmalar, hem insanda hem de maymunlarda en yoğun olarak bulunan bazı proteinler üzerinden yapılmakta ve böylece “%98” rakamına kasıtlı olarak ulaşılmaktadır. Buna karşın evrim teorisi adına “hoşa gitmeyen” veriler ise göz ardı edilmektedir. Dolayısıyla maymunla insan arasında %98 genetik benzerlik olduğunu iddia etmek bilimsel bir anlam ifade etmemektedir.

Öte yandan, eğer canlılardaki genetik benzerliklere dayalı evrimsel ilişkiler kurulsaydı, o zaman insanın maymunlara benzemesi, ancak evrimcilere göre uzak sayılan canlı türlerine hiç benzememesi gerekirdi. Oysa durum hiç de böyle değildir.

Örneğin, New Scientist dergisinde aktarılan genetik analizler, nematod solucanları ve insan DNA”larında %75’lik bir benzerlik ortaya koymuştur. (Karen Hopkin, “The Greatest Apes”, New Scientist, 15 May 1999, s. 27) Bu, elbette insan ile nematodlar arasında sadece %25’lik bir fark bulunduğu anlamına gelmemektedir! Eğer evrimcilerin kurguladığı soyağacına bakılırsa, insanın dahil edildiği Chordata filimu ile Nematoda filumlarının 530 milyon yıl önce bile birbirlerinden ayrı oldukları görülür.

Nitekim farklı türlere ve sınıflara ait canlıların DNA ve kromozom analizleri sonucunda elde edilen bulgular karşılaştırıldığında, canlıların DNA ve kromozomlarındaki benzerliklerin ya da farklılıkların, öne sürülen hiçbir evrimci mantık ya da bağlantıyla uyuşmadığı çok açık bir biçimde ortaya çıkmaktadır. Evrimci teze göre canlıların kompleksliklerinde kademeli bir artış yaşanmış olmalı, buna paralel olarak da genetik bilgilerini oluşturan kromozomlarının sayısının kademeli olarak artması beklenmelidir. Fakat elde edilen veriler bu tezin tamamen hayal ürünü olduğunu göstermektedir. Örneğin, domatesin 24 kromozomu varken, çok daha kompleks bir organizmaya ve sistemlere sahip olan copepode yengecinin sadece 6 koromozomu vardır. Ya da, tek hücreli bir canlı olan Euglena”da 45 kromozom bulunurken, Amerika”da yaşayan büyük bir timsah türü olan alligatörde 32 kromozom bulunur. Bununla birlikte mikroskobik bir canlı olan Radiolaria“da 800″den fazla kromozom vardır.

Evrimin ünlü teorisyenlerinden Rus bilimadamı Dobzhansky, canlılar ve DNA”ları arasındaki bu kuralsız ilişkinin evrimin açıklayamadığı büyük bir sorun olduğunu şöyle ifade etmektedir:

 

Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara göre hücrelerinde daha fazla DNA”ları vardır. Fakat bu kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akciğerli balık), ve hatta sıradan kurbağalar ve kara kurbağaları tarafından geçilen insan ise, liste başı olmaktan çok uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı? (Theodosius Dobzhansky, Genetics of the Evolutionary Process (1970), pp. 17-18.)

 

Yine evrimci homoloji tezine göre, canlı büyüdükçe kromozom sayısının artması, küçüldükçe ise kromozom sayısının azalması beklenmelidir. Oysa birbirileriyle bütünüyle farklı boyut ve yapılara sahip olan ve aralarında herhangi bir evrimsel bağlantı olduğu iddia bile edilemeyen canlıların eşit sayıda kromozomlara sahip olmaları, canlıların kromozom benzerlikleri üzerine kurulan yüzeysel evrimci mantıkları alt üst etmektedir. Buna birkaç örnek verecek olursak, hem yulaf bitkisinin hem de makak maymununun 42″şer kromozomu vardır. Deer faresinin 48 kromozomu bulunurken kendisinden kat kat büyük olan gorilin de aynı sayıda, yani 48 kromozomu bulunur. Bir diğer ilginç örnek de çingene güvesi ve eşeğin kromozom sayılarıdır. Her ikisi de 62 kromozoma sahiptir.

Moleküler düzeydeki diğer karşılaştırmalar da, evrimci yorumları anlamsız kılan pek çok tutarsızlık örneği oluşturmaktadır. Çeşitli canlılardaki protein dizilimleri laboratuvarlarda analiz edildikçe, ortaya evrimciler açısından hiç beklenmedik, hatta kimi zaman hayret verici sonuçlar çıkmaktadır. Örneğin insandaki sitokrom-c proteini bir atınkinden 14 amino asit farklıyken, bir kangurununkinden yalnızca 8 amino asit farklıdır. Yine Sitokrom C dizilimi incelendiğinde, kaplumbağaların insanlara kendileri gibi bir sürüngen olan çıngıraklı yılanlardan daha yakın olduğu görülür. Bu durum evrimci bakış açısına göre yorumlandığında kaplumbağaların insanlarla, yılanlardan daha yakın akraba oldukları gibi anlamsız bir sonuç çıkcaktır.

Her ikisi de sürüngenler sınıfına dahil olan kaplumbağa ve çıngıraklı yılanın arasında 100 kodonda 21 amino asitlik fark, çok ayrı sınıfların temsilcileri arasındaki farklardan belirgin bir şekilde daha büyüktür. Örneğin, tavuk ve su yılanı arasındaki 17, veya at ve köpekbalığı arasındaki 16, hatta iki ayrı filuma ait köpek ve solucan sineği arasındaki 15 amino asitlik farktan bile daha büyüktür.

South Carolina Üniversitesi Tıp Fakültesi”nden biyokimya araştırmacısı Dr. Christian Schwabe, moleküler alanda evrime delil bulabilmek için uzun yıllarını vermiş bir bilim adamıdır. Özellikle insülin ve relaxin türü proteinler üzerinde incelemeler yaparak canlılar arasında evrimsel akrabalıklar kurmaya çalışmıştır. Fakat çalışmalarının hiçbir noktasında evrime herhangi bir delil elde edemediğini pek çok kereler itiraf etmek zorunda kalmıştır. Science dergisindeki bir makalesinde şöyle demektedir:

 

Moleküler evrim, evrimsel akrabalıkların ortaya çıkarılması için neredeyse paleontolojiden daha üstün bir metod olarak kabul edilmeye başlandı. Bir moleküler evrimci olarak bundan gurur duymam gerekirdi. Ama aksine, türlerin düzenli bir gelişme kaydettiğini göstermesi gereken moleküler benzerliklerin pek çok istisnası olması oldukça can sıkıcı görünüyor. Bu istisnalar o kadar çok ki, gerçekte, istisnaların ve tuhaflıkların daha önemli bir mesaj taşıdıklarını düşünüyorum. (Christian Schwabe, “On the Validity of Molecular Evolution”, Trends in Biochemical Sciences, c. 11, Temmuz 1986)

 

Schwabe, canlılardaki lizozimler, sitokromlar ve pek çok hormonların da amino asit dizilimlerinin karşılaştırılmasının evrimciler açısından “beklenmedik sonuçlar ve anormallikler” ortaya koyduğunu belirtmektedir. Schwabe, tüm bu kanıtlara dayanarak, proteinlerin hepsinin hiçbir evrim geçirmeden başlangıçtaki yapılarına sahip olduklarını, ve moleküller arasında, aynı fosiller arasında olduğu gibi, hiçbir ara geçiş formu bulunmadığını savunmaktadır.

Michael Denton da moleküler biyoloji alanında elde edilen bulgulara dayanarak şu yorumu yapar:

 

Moleküler düzeyde, her canlı sınıfı, özgün, farklı ve diğerleriyle bağlantısızdır. Dolayısıyla moleküller, aynı fosiller gibi, evrimci biyoloji tarafından uzun zamandır aranan teorik ara geçişlerin olmadığını göstermiştir… Moleküler düzeyde hiçbir organizma bir diğerinin “atası” değildir, diğerinden daha “ilkel” ya da “gelişmiş” de değildir… Eğer bu moleküler kanıtlar bundan bir asır önce var olsaydı… organik evrim düşüncesi hiçbir zaman kabul görmeyebilirdi. (Michael Denton. Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, ss. 290-91)

 

Özetlemek gerekirse, canlılardaki benzer organlar ya da benzer moleküler yapılar, bu canlıların ortak bir atadan evrimleştikleri teorisine hiçbir destek sağlamamaktadır. Aksine, bu benzerlikler, canlılar arasında kurulabilecek her türlü hiyerarşik evrim şemasını imkansız hale getirmektedir. İnsan, bir protein karşılaştırmasına göre tavuklara, bir diğer karşılaştırmaya göre nematod solucanlarına, bir başka analize göre de timsahlara “benzer” gibi çıkıyorsa, insanın bu canlılardan herhangi birinden ya da başka hiçbir canlıdan evrimleştiği öne sürülemez.

Kısacası, canlılarda anatomik ya da kimyasal benzerlikler arayan bunu evrime delil saymaya çalışan homoloji varsayımı, bilimsel bulgular karşısında geçersizdir.

Peki bu durumda canlılardaki benzer yapıların bilimsel açıklaması nasıl yapılabilir? Bu sorunun cevabı, Darwin”in evrim teorisi bilim dünyasına hakim olmadan önce verilmiştir. Canlılardaki benzer organları ilk kez gündeme getiren Carl Linneaus ya da Richard Owen gibi bilim adamları, bu organları “ortak tasarım” örneği olarak görmüşlerdir. Yani benzer organlar, ortak bir atadan tesadüfen evrimleştikleri için değil, belirli bir işlevi görmek için bilinçli bir şekilde tasarlanmış oldukları için benzerdir.

Modern bilimsel bulgular ise, benzer organlar için ortaya atılan “ortak ata” iddiasının tutarlı olmadığını ve yapılabilecek yegane açıklamanın söz konusu “ortak tasarım” açıklaması olduğunu göstermektedir.

Dolayısıyla Sn. Helvacıoğlu”nun, türler arasındaki genetik benzerlikleri evrimin bir delili gibi göstermeye çalışması, bilimsel bir aldatmacadan başka bir şey değildir.

AYKUT KENCE”NİN “BİYOTEKNOLOJİ TAMAM, AMA EKOLOJİYE DİKKAT!” BAŞLIKLI YAZISINDAKİ “TUTUCU EVRİMCİ” YANILGILAR

1. Sayın Gence”nin evrimi en önemli gerçek sanma yanılgısı

 

Sayın Gence, yazısında evrimci Dobzansky”nin “Evrimin ışığı dışında biyolojide hiçbirşeyin anlamı yoktur” sözlerini tekrarlamış ve biyoloji ile ilgilenen herkesin evrimi “zımnen” kabul etmiş olacağını ve aksinin “abesle iştigal etmek” olduğunu iddia etmiştir. Ne yazık ki, sayın Gence”nin evrim teorisinden bu kadar emin ve kesin sözleri, evrim teorisinin bilimsel bir kanun olmasından değil, Sn. Gence”nin evrim teorisine “herşeye rağmen” inanılması gerektiğini savunan tutucu yaklaşımından kaynaklanmaktadır.

Evrimci bilim adamları, evrimin hiçbir bilimsel delili olmadığını aslında bilmektedirler. Ancak bunu görmezlikten gelerek, ateizm ve materyalizm uğruna, evrim teorisine bir din gibi inanırlar. Evrimin bir din gibi kabul gördüğü, evrimci bazı “ideologlar” tarafından açıkça ortaya konmaktadır. Bunların en ünlüleri, Julian Huxley ile Aykut Gence”nin kendisinden alıntılar yaptığı evrimci Dobzhansky”dir. Bu iki isim, “evrimsel hümanizm” adı verilen akımın öncüleridir. Bu inanç, Julian Huxley”in 1958″de yayınladığı Religion Without Revelation (Vahiysiz Din) adlı kitabında ifade edilmiştir. Aynı konu, Mary Midgely”nin 1986″da yayınlanan Evolution as Religion (Bir Din Olarak Evrim) adlı kitabında ve Marjorie Grene”nin The Faith of Darwinism (Darwinizm İnancı) adlı makalesinde (Encounter, 1959) ele alınmıştır.

Aykut Gence”nin hemen her yazısında atıfta bulunduğu Dobzhansky ise, söz konusu evrim dinini, Fransız evrimci Teilhard de Chardin”den yaptığı bir alıntıyla şöyle ifade etmektedir:

 

Evrim bir teori, bir sistem ya da bir hipotez midir? Hayır, o bunların hepsinden öte bir şeydir. Evrim, kendisinden kuşku duyulmayan yegane ilkedir ki, tüm teoriler, tüm sistemler, tüm hipotezler, ciddiye alınabilir ve doğru olabilmek için ona dayanmak zorundadırlar. Evrim, tüm gerçekleri aydınlatan bir ışık, tüm çizgilerin kendisinden çıkması gereken bir ana çizgidir. İşte, evrim budur. (Boyce Rensberger, Houston Chronicle, 5 Kasım 1980, Bölüm 4, s. 15.)

 

Görüldüğü gibi, Aykut Gence”nin referansı olan evrimciler, evrim teorisini “herşeyi aydınlatan bir ışık” olarak tanımlamakta ve var olan başka her şeyin bir ön kabul olarak evrimi benimsemesi gerektiğini savunmaktadırlar. Burada evrim kavramına metafizik bir anlam verildiği ve bu kavramın temel ve değişmez bir dogma olarak kabul edildiği açıktır.

2. Aykut Gence”nin genetik materyalin benzer olmasının, evrime delil olduğunu sanma yanılgısı

Sn. Gence”nin bu yanılgısının cevabı Sn. Helvacıoğlu”nun genetik benzerliği evrimin delili sanma yanılgısına verilen cevapta açıklanmıştır. Ancak burada bir konuya daha dikkat çekmek istiyoruz. Evrimciler, bazen bilgi yetersizliklerinden, bazen bildiklerini işlerine gelmediği için görmezlikten geldiklerinden, bazen de pek üzerinde düşünmeden, evrimi savunmak için heyecana kapıldıklarından dolayı, aslında evrime delil olmayan, hatta evrimi çürüten verileri veya bulguları, evrimin delili zannederler.

Bu konudaki en önemli avantajları ise, yakın geçmişe kadar halkın bu konularda detaylı bilgiye sahip olmamasıydı. Ne var ki, özellikle son yıllarda, doğru bilgiye ulaşmak herkes için çok daha kolay olduğundan, evrimcilerin bu yöntemleri pek işe yaramamaktadır. Ne zaman, delil olmayan bir şeyi evrim teorisinin delili gibi sunmaya kalksalar, gerçek ve ispatlı bilgilerle oyunları bozulmaktadır.

Sonuç olarak, evrimcilerin gerçek bilgileri saptırmadan, taraflı ve yanlış yorumlarla üzerlerini örtmeden halka sunmaları bilim ve toplum ahlakı açısından son derece önemli ve gereklidir.

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.