Sayın Ayşe Özek Karasu”nun Evrim Yanılgısı

18 Ocak 2003 günü, Hürriyet yazarı Sn. Ayşe Özek Karasu’nun, Hürriyet gazetesinde “Av Palavraları Taş Devrinde Başlamış” başlıklı bir yazısı yayımlandı. (1) Sayın Karasu, Journal of Human Evolution dergisinin Aralık 2002 sayısında çıkan bir makaleye dayanarak yazdığı yazısında, insanın sözde evrimiyle ilgili bazı spekülasyonlara yer veriyordu. Dört Amerikalı evrimci antropologun birlikte hazırladığı makale, “Erkek Stratejileri ve Plio-Pleistocene Arkeolojisi” başlığını taşıyordu. ABD’deki Utah Üniversitesi’nden antropolog J. F. O”Connell ve arkadaşları, Plio-Pleistocene döneminde yaşamış erkeklerin avlanma şekliyle babaannelerin çocuk bakımına katkılarının, sözde evrimdeki rolleriyle ilgili fikirler geliştirmişti (2)

Haberde yer alan tüm bu ve benzeri yorumlar evrimci önyargılara dayanmaktadır. Oysa insanın evrimi teorisi çökmüştür. Sayın Karasu bilmelidir ki son yıllarda elde edilen fosil bulguları, yüzyılı aşkın süredir anlatılan evrim senaryolarının doğru olmadığını göstermiş ve evrimci paleontologların bir kısmı bu gerçeği itiraf etmek zorunda kalmıştır. Sayın Karasu, muhtemelen bilim literatüründeki yeniliklerden habersiz olduğundan ve/veya önyargılı bakış açısı nedeniyle bu gerçekleri göz ardı etmiştir. Yazar, insanın evrimleşmiş bir tür olduğu iddiasıyla yazdığı yazısında önemli bilimsel hatalar yapmıştır.

Sayın Karasu’nun Aktardığı Senaryolar Gerçek Dışıdır

O’Connell ve diğer üç antropolog, Plio-Pleistocene döneminde yaşamış olan ve Homo erectus olarak nitelendirilen bir fosili, ara geçiş canlısı olarak göstermeye çalışmışlardır. Bu iddiadan yola çıkarak, Homo erectusların, besin ihtiyaçlarını kendi çabalarıyla sağlamak yerine daha çok yırtıcı hayvanların arkalarında bıraktıkları leşlerle beslendiklerini ileri sürmüşlerdir. Bu iddialar, kemikleri bulunan ve avlanarak öldürüldüğü tahmin edilen hayvanlara ait fosil kalıntıları üzerinde yapılan spekülasyonlara dayanmaktadır. O’Connell, kemikler üzerindeki çiziklerin Homo erectus’un aletleriyle yapılmış olmaktan çok yırtıcı hayvanların dişlerinin etkisiyle oluşmuş olması gerektiğini ileri sürmektedir.

Oysa bu iddialara dayanak olabilecek hiçbir somut kanıt yoktur. Kuşkusuz, kemik kalıntıları üzerindeki çiziklere dayanarak bir evrim hikayesi oluşturmak bilimsel bir yaklaşım değildir. Söz konusu kemikleri bir zamanlar sıyırdığı iddia edilen yarı insan yarı maymun canlılar, sadece hayalgücüyle şekillendirilmişlerdir. Bu hayali canlıların varlığına dair tek bir kanıt bile yoktur.

Tüm bunlara rağmen, evrimle ilgili bu spekülasyonlar yine de Sn. Karasu’yu oldukça etkilemiş görünmektedir. Sn. Karasu yazısında şunları belirtmektedir:

“Meğerse adamlar cengaver birer avcı değil, aynı leş yiyici sırtlanlar gibi yağmacıymış. Şahsen atalarımıza sövmek niyetinde değilim ama, son arkeolojik yorum ve gözlemler, özetle bu cümleyi kurduruyor insana.”

Sn. Karasu’nun böyle temelsiz iddialardan kolayca etkilenip bunlara köşesinde yer vermesi, insanın evrimi teorisini yeteri kadar araştırmadığını göstermektedir. Sn. Karasu evrimle ilgili konuları bilimin süzgecinden geçirmeksizin aynen benimsemekte bir sakınca görmemektedir. Oysa altına imza attığı yazısında birçok bilimsel yanılgıyı onaylamış ve okuyucularını da yanıltmıştır.

Babaannelerin evrimde rol oynaması söz konusu değildir (!)

Sn. Karasu’nun yazısında babaannelerin evrimde rol oynayan önemli bir faktör olduğu iddia edilmektedir. Bu iddiaya dayanak gösterilen bulgu ise evrimcilerin konuya ne kadar önyargılı baktıklarını göstermektedir: Günümüzde Afrika’da yaşamakta olan Hadza kabilesi üzerinde yapılmış bazı gözlemler, insanın evrimi senaryosuna dayanak olarak kullanılmaktadır. Bu da bilimsel değeri olmayan bir başka spekülatif iddiadır. Sn. Karasu’nun yazısında bu iddia şu şekilde aktarılmıştır:

“Afrika”daki Hadza kabilesine yönelik bir başka gözlem de şu: Kabilenin yaşlı kadınları, çocuk bakan genç annelerin sırtındaki yükün hafifletilmesinde önemli rol üstleniyor. Kök bitkiler toplayıp, kaplumbağa ve küçük kemirgen hayvanları avlayarak ailenin gıda ihtiyacını karşılıyorlar.

O”Connell, Homo erectus büyükannelerinin de evin erzak işini üstlenmiş olabileceğini ileri sürüyor. Ancak bunun için biraz uzun ömür gerekiyor. Yani kızı doğum yaptığında, büyükannenin hayatta olmasını sağlayacak kadar uzun bir ömür. Tabii ki uzun bir ömür de, daha geç yaşlanmayı, daha büyük bir beden ve beyni gerektiriyor. Bunlar da modern insana doğru evrimin ana unsurları. Ve biz bunları büyükannelere borçluyuz.

Elbette babaanneler çocukların bakımına yardım ederek onların ve neticede de nüfusun sağlığını olumlu yönde etkileyebilirler. Ancak bu durumun sözde evrimde rol oynayan bir kanıt olarak sunulması son derece mantıksızdır. Türlerin özellikleri DNA’da kodlanmıştır ve nesilden nesile korunarak aktarılır. Babaannenin güçlü bir bedene ve zeka yapısına sahip olması, onun torununun zayıf ve çelimsiz bir insan olmayacağı anlamına gelmez. Bir insanın sonradan sahip olduğu fiziksel gelişim, onun çocuklarına aktaracağı genlerine eklenen bir özellik değildir. Sonuç olarak, bir babaanne, yaşadığı süre boyunca, içinde bulunduğu zor çevre koşulları nedeniyle, fiziksel olarak ne kadar gelişirse gelişsin, bunları kendinden sonraki nesle aktarabilme imkanı yoktur. İleri sürülen iddia bilimsel olarak hiçbir dayanağa sahip değildir. Nitekim Sn. Karasu’nun satırlarında da görüldüğü gibi bu iddiaya bilimsel bir destek sunulmamakta, sadece evrimin ana iddialarından yola çıkılmaktadır.

Yazıdaki mantık yanlışlığı ortadadır. Kuşkusuz tüm bunlar, önyargılardan kaynaklanan ve bilimsel gerçeklere dayanmayan bir bakış açısının sonucudur.

Sayın Karasu Yanılıyor: Homo erectus bir ara tür değil gerçek bir insandır

Aslında Sn. Karasu”nun temel yanılgısı, Homo erectus”u ilkel bir canlı sanmasıdır. Homo erectus hakkındaki bu yaygın yanılgı, evrimciler tarafından fosiller arasında evrimsel bir zincir bağı oluşturmak için yapılan zorlamadan kaynaklanmaktadır. Dik yürümesi, hayali evrim şemalarındaki türlerden çok daha büyük bir beyne sahip olması (Homo erectuslar beyin hacmi açısından günümüzde yaşayan bazı ırklara mensup insanlar gibidir) ve uzun boyuyla günümüz insanına aşırı benzerlik göstermektedir. Evrimcilerin ilkel bir özellik olarak nitelediği kalın kaş kemerleri de aynı şekilde günümüzde yaşayan bazı ırklarda mevcuttur. Tüm bunlar Homo erectusların gerçek birer insan olduklarını, günümüz insanı ile aralarındaki küçük farklılıkların da soyu tükenmiş veya asimile olmuş bir ırk olmalarından kaynaklandığını göstermektedir.

Bir ara tür olarak yansıtılan Homo erectus’un anatomik özellikleri söz konusu olduğunda günümüz insanından farklı sayılamayacağını evrimciler de ifade etmiştir. Ünlü evrimci paleontolog Richard Leakey, Homo erectus ile günümüz insanı arasındaki farklılıkların günümüz ırkları arasındaki farklılıklar seviyesinde olduğunu açıkça belirtmektedir:

“Herhangi bir kişi farklılıkları farkedebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kaş çıkıntısının kabalığı vs. Ancak bu farklılıklar bugün değişik coğrafyalarda yaşamakta olan insan ırklarının birbirleri arasındaki farklılıklardan daha fazla değildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar birbirlerinden uzun zaman aralıklarında ayrı tutulduklarında ortaya çıkar.” (3)

Connecticut Üniversitesi”nden Prof. William Laughlin, Eskimolar ve Aleut Adaları insanları üzerinde uzun yıllar anatomik incelemeler yapmış ve bu insanlar ile Homo erectus”un şaşırtıcı derecede birbirlerine benzediklerini görmüştür. Laughlin”in vardığı sonuç, tüm bu ırkların gerçekte Homo sapiens türüne (günümüz insanına) ait farklı ırklar olduğudur:

“Hepsi Homo sapiens türüne ait olan Eskimolar ve Avustralya yerlileri gibi uzak gruplar arasındaki büyük farklılıkları dikkate aldığımızda, Homo erectus”un da kendi içinde farklılıklar taşıyan bu türe (Homo sapiens”e) ait olduğu sonucuna varmak çok mantıklı gözükmektedir” (4)

Yakın zaman önce Almanya’da gerçekleştirilen Seckenberg konferansında da evrimci antropologlar arasında, Homo erectusla ilgili tartışmalar açığa çıkmış, birçok evrimci Homo erectus’un günümüz insanından bir farkı olmadığı fikrinden yana olmuşlardır. Pat Shipman’ın American Scientist dergisinin Kasım-Aralık sayısında kaleme aldığı bir makalede bu durum şu kelimelerle ifade edilmiştir:

“Senckenberg konferansındaki katılımcıların çoğu; Michigan Üniversitesi’nden Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi’nden Alan Thorne ve meslektaşlarının başlattığı ve konusu Homo erectus’un taksonomik konumu olan ateşli bir tartışmaya daldılar. Bu kişiler Homo erectus’un bir tür olarak geçerliliğinin olmadığını ve bütünüyle elimine edilmesi gerektiğini ısrarlı bir şekilde ileri sürdüler. Homo türünün bütün üyeleri, doğal herhangi bir ara veya alt bölüm olmaksızın, yaklaşık iki milyon yıl öncesinden bugüne, çok fazla değişkenlik gösteren, geniş bir alana yayılmış tek bir türe, Homo sapiens’e aitti.
Homo erectus’un bir tür olarak mevcut olmadığı, konferansın ana konusu oldu.” (5)

Görüldüğü gibi Ayşe Karasu’nun, kültürel hayatına dair hayali senaryolar aktardığı Homo erectusun bir ara tür olarak yaşamadığı artık evrimciler tarafından da kabul edilen bir gerçektir. Homo erectus olarak tanımlanan insan ırkı, sadece, bazı karakteristik özellikler taşıyan, zamanla kaybolmuş bir insan ırkıdır.

Sonuç: Sayın Karasu fikirlerini yeniden gözden geçirmelidir; İnsanın Evrimi Teorisi Çökmüştür

Hürriyet yazarı Ayşe Özek Karasu’nun evrimle ilgili gözardı ettiği önemli bir gerçek vardır. Son yıllarda yapılan fosil bulguları, insanın kökeni konusunda evrimcileri içinden çıkamadıkları bir duruma sokmuştur. Bugüne kadar önyargılarla oluşturdukları ve hayalgücüne dayalı yorumlarıyla ayakta tutmaya çalıştıkları insanın soyağacının hiçbir tutarlı yönü olmadığı artık anlaşılmıştır.

Harvard Üniversitesi”nden evrimci paleontolog Daniel Lieberman, 2001 yılında açıklanan ve Kenyanthropus platyops olarak isimlendirilen fosil bulgusunu yorumlarken, evrimin içinde bulunduğu karmaşık durumu şöyle belirtmişti: “İnsanların evrimsel tarihi karmaşıktır ve çözülmüş değildir.(6)

Aynı bulgunun insanın soyağacına etkisi ABCNews’ta şu ifadelerle verildi:

“Bu bulgu bilim adamlarının ilk insanlarla ilgili kabullerini bir anda karmaşaya sürükledi ve insanın soy ağacına yepyeni bir ana gövde ekledi”. (7)

Çad’da bulunan ve 2002 yılında açıklanan fosil bulgusu ise karmaşıklığı büsbütün artırdı ve evrimcileri, yüzyılı aşkın süredir propaganda konusu yaptıkları kayıp halka fikrini terk etmeye zorladı. Dünyaca ünlü Nature dergisinin editörü ve aynı zamanda bir paleontolog olan Henry Gee, The Guardian gazetesinde çıkan bir makalesinde (insanla maymun arasındaki) kayıp halka düşüncesinin saçma olduğunu ve son fosil bulguları karşısında bunun geçerliliğini tamamen yitirmiş olduğunu belirtimiştir. (8)

Sayın Karasu’ya önerimiz, evrimle ilgili görüşlerini bu bulgular ışığında bir kez daha gözden geçirmesi, önce evrim teorisinin doğruluğunu körü körüne kabul eden, sonra da bu dogmaya göre senaryolar kurgulayan bir yaklaşımı bir yana bırakıp, evrim teorisinin gerçekten doğru olup olmadığını sorgulamasıdır. O zaman kendisi de görecektir ki, evrim teorisinin bilimsel bir dayanağı yoktur , tersine bilimsel kanıtlar yeryüzündeki yaşamın kökeninin yaratılış olduğunu göstermektedir.


1 http://www.hurriyetim.com.tr/archive_articledisplay/0,,sid~9@nvid~221243,00.asp
2 http://www.sciencedirect.com/science 
3 Richard Leakey, The Making of Mankind, London: Sphere Books, 1981, s. 62.

4. Marvin Lubenow, Bones of Contention, Grand Rapids, Baker, 1992. s. 136
5. Pat Shipman, Doubting Dmanisi, American Scientist, Kasım-Aralık 2000, s.491
6. Lieberman, D.E., Another face in our family tree, Nature 410:419-420, 2001
7. ABCNews.com: “A New Face Joins the Family”, 23 Mart 2001:
http://abcnews.go.com/sections/scitech/DailyNews/hominid010321.html

8.TheGuardian.co.uk:”Faceofyesterday”, Henry Gee, 11 Temmuz 2002: http://www.guardian.co.uk/science/story/0,3605,752778,00.html

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.