Natural History “de “”Dikbaşlı Homo Erectus Masalı””

Natural History dergisinin Şubat 2004 sayısında “Headstrong Hominids- Dikbaşlı Hominidler” başlıklı bir makale yayınlandı. Anatomist Noel T. Boaz ve antropolog Russell L. Ciochon”ın yeni kitabından 1 hazırlanan yazıda, Java Adamı ve Pekin Adamı olarak ün yapmış, sonradan Homo erectus kategorisine dahil edilmiş fosillerin kafatası kubbesi kalınlığı konu ediliyordu. Asya”da ele geçirilen bu Homo erectus kafatası fosillerinin kafatası kalınlığı, dünyanın diğer bölgelerinde geçirilen örneklerin kafatası kalınlığından daha fazlaydı. Boaz ve Ciochon, bu durumu evrimci bir bakış açısından açıklamaya çalışıyor, bunun seksüel seçilimle ilgili olabileceğini öne sürüyorlardı. Buna göre, kafatasının kalınlığı, dişiler için mücadele halinde olan erkeklerin kavgacılığının bir sonucu olarak gelişmiş olabilirdi. İddiaya göre Homo erectus erkekleri birbirleriyle dişiler için kavgalara girişiyordu ve kavgalarda daha çok kafatası hedef alınıyordu. Bu hikayenin sonucuna göre ise, kafatası koruyucu bir kask görevi görür şekilde evrimleşmişti.

Belirtmek gerekir ki, bu iddia, evrimci ölçüleri bile zorlar derecede fantastiktir. Söz konusu yazıda Homo erectus “un, insanın sözde evriminde ilkel ve kaba bir tür olarak kabul edilmesi sadece evrimci önyargılarla ilgilidir. Aşağıda Homo erectus “un gerçek karakteriyle, Boaz ve Ciochon”un hikayesinin temelindeki evrimci seçilimcilik ortaya konacaktır.

Homo erectus : Hayali Bir Kategori 

Yazıda H. erectus”un kafatası kubbesinin kalınlığı, H. sapiens “ten ayrı bir tür kabul edilmesinde belirleyici bir karakteristik olarak belirtilmektedir. H. erectus “un kafatası kubbesi kalınlığı bir gerçek olmakla birlikte, bu özelliğinin belirleyici bir karakteristik olarak yorumlanması bilgi eksikliğine ve ön yargıya dayalı bir tutumdur. Bu gerçeği ortaya çıkaran önemli bir çalışma, Avustralyalı paleoantropolog Peter Brown tarafından gerçekleştirilen çalışmadır. Yeni Güney Galler”deki New England Üniversitesi”nde görevli olan Brown, H. erectus ile H. sapiens kafataslarını yedi anatomik noktada karşılaştırmış ve kafatası kubbesi kalınlığının H. erectus için belirleyici bir karakteristik olarak değerlendirilemeyeceği sonucuna varmıştır. Bu çalışmasını açıkladığı, ” Asyalı Homo erectus ve Homo sapiens “te Kafatası Kubbesi (Cranial Vault) Kalınlığı ” başlıklı yazısı şöyle başlamaktadır:

“İnsanın evrimi konusunda son kırk yıldır yazılmış tüm başlangıç ve orta dereceli yazılar, kalınlaşmış kafatası kubbesini, Homo erectus “u H. Sapiens ve diğer hominidlerden ayıran özelliklerden biri olarak listeler. Ancak, bu ifade lehinde veriler nadiren sunulmuştur ve ikisi arasında kurulan farklılığın göreli, kesin veya kafatasının belli bir bölümüyle sınırlı olup olmadığı belirsiz kalmıştır “. 2

 

H. erectus ile H. sapiens” i kafatası kubbesi kalınlığı açısından karşılaştıran önceki çalışmalarda , H. sapiens “i temsilen sadece ince duvarlı Avrupalı kafatası örneklerine başvurulmuştur. Bu da ortaya gerçekçi bir karşılaştırma çıkmasını engellemiş, H.erectus ile H. sapiens arasında kafatası kalınlığı açısından derin farklılıkların olduğu şeklinde yanıltıcı bir tablo ortaya çıkarmıştır. Brown ise, H. sapiens” i H. erectus ile karşılaştırmada sadece Avrupa örnekleriyle yetinmemiş, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan dört farklı H. sapiens popülasyonundan örnekleri çalışmasına dahil etmiştir. (Romen-İngiliz, Güney Çinli, yaşamakta olan ve yeni ölmüş Avustralya Aborjinleri, 10.000 ila 30.000 yıl önce yaşamış Avustralya Aborjinleri gibi). Araştırmacı, H. sapiens popülasyonlarıyla Asya H. erectus “unun kafataslarını çeşitli anatomik ölçümlere tabi tuttuktan sonra, H. sapiens popülasyonlarını kendi içlerinde ve Homo erectus “la karşılaştırmıştır. Brown, çalışmalarında vardığı sonuçları şöyle açıklamıştır:

“Kalınlaşmış kafatası kubbesi kemiğinin, soyumuzun evrimini anlatan neredeyse tüm yazılarda, H. erectus için belirleyici bir karakteristik olarak ısrarla belirtilmesinin birkaç sebebi olduğunu düşünüyorum. En önemlisi, nispeten ince duvarlı Avrupalı kafataslarındaki kubbe kalınlığının, Homo sapiens için bir norm olarak kabul edilmiş olması… Kısa bir süre öncesine kadar ve coğrafi faktörlere ve cinsiyete dayalı varyasyonla ilgili veriler mevcut değildi. … Ancak şimdi karşılaştırmalı verilerin mevcut olduğu durumda, eğer H. sapiens yaşamakta olan tüm insanları, Geç Pleistosen dönemindeki atalarını ve Dali ve Xujiayao gibi “archaic” H. sapiens örneklerini kapsamaktaysa, o halde kafatası kubbesi kalınlığı, Homo erectus “un belirleyici bir karakteristiği olarak kullanılamaz .” 3 (vurgu bize ait)

 

Brown”ın bu geniş çaplı çalışması, kafatası kubbesi kalınlığını H. erectus” a özgün bir karakteristik olarak yorumlamanın yanlışlığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Diğer yandan, evrimcilerce H. erectus”un özgün bir karakteristiği olarak, �abartılı” bir yorumla tanıtılan tek özellik kafatası kalınlığı değildir. Nispeten küçük bir beyne (Günümüz insanının ortalama beyin hacmi 1400 cc olduğu halde H. erectus “un beyin hacmi 900-1200 cc arasında değişmektedir), geriye doğru eğimli bir alına ve kalın kaş kemerlerine sahip oluşu da evrimcilere göre H.erectus “u H. sapiens “ten ayıran anatomik özellikleridir. Gerçekte ise, bu özellikleri günümüz ırklarında bulmak oldukça kolaydır. Örneğin, Avustralya yerlisi olan Aborjinlerde ( H.sapiens ) kaş kemerleri diğer ırklarda olduğundan daha fazla belirgindir. Beyin hacmi H. erectus sınırları içinde birçok insan bulmak mümkündür. Bu durum, H. sapiens ile H. erectus arasındaki farklılıkların ırksal seviyede ele alınabilecek, küçük farklılıklar olduğunu gösterir. Nitekim evrimci paleoantropolog Richard Leakey de bunu kabul etmiş ve şu sözlerle ifade etmiştir:

 

Herhangi bir kişi [ Homo erectus kafatasındaki] farklılıkları fark edebilir: Kafatasının biçimi, yüzün açısı, kaş çıkıntısının kabalığı vs. Ancak bu farklılıklar bugün değişik coğrafyalarda yaşamakta olan insan ırklarının birbirleri arasındaki farklılıklardan daha fazla değildir. Böyle bir varyasyon, topluluklar birbirlerinden uzun zaman aralıklarında ayrı tutuldukları zaman ortaya çıkar.” 4
Ayrıca H. erectus ile H. sapiens iskeletleri birbirinin aynısıdır (Homo erectus , “dik yürüyen insan” anlamına gelen bir isimlendirmedir). Örneğin, yandaki resimde görülen iskelet 1.65 milyon yıl önce yaşadığı belirlenen ve 120 cm boyundaki bir H. erectus çocuğuna aittir. Amerikalı paleoantropolog Alan Walker, ” ortalama bir patoloğun bu fosilin iskeletiyle, bir günümüz insanı iskeletini birbirinden ayırmasının çok güç olduğunu ” söyler.

Yeni araştırmalar, H. erectus ile H. sapiens arasında çizilen çizginin bilimsel bir dayanağı olmayan, yapay bir çizgi olduğunu ortaya koymaya devam etmektedir. Artık H. erectus “un ayrı bir tür olarak lanse edilmeye çalışılan konumu açıkça sorgulanmakta hatta topyekün ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

“Homo erectus”un ayrı bir tür olarak var olmadığı” konusunun açıkça ortaya konduğu bir konferans, Almanya”daki Senckenberg Enstitüsü”nde gerçekleştirilmiştir. Pat Shipman, American Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde konferansı şu sözlerle özetlemiştir:

“Senckenberg konferansındaki katılımcıların çoğu, Michigan Üniversitesi”nden Milford Wolpoff, Canberra Üniversitesi”nden Alan Thorne ve meslektaşlarının başlattığı ve konusu Homo erectus “un taksonomik konumu olan ateşli bir tartışmaya daldılar. Bu kişiler Homo erectus “un bir tür olarak geçerliliğinin olmadığını ve bütünüyle elimine edilmesi gerektiğini ısrarlı bir şekilde ileri sürdüler. Homo türünün bütün üyeleri, doğal herhangi bir ara veya alt bölüm olmaksızın, yaklaşık 2 milyon yıl öncesinden bugüne, çok fazla değişkenlik gösteren, geniş bir alana yayılmış tek bir türe, Homo sapiens”e aitti . Homo erectus “un bir tür olarak mevcut olmadığı , konferansın ana konusu oldu . Bu, kökten bir öneriydi” 5 (vurgu bize ait)

Görüldüğü gibi, H.erectus”un H.sapiens”ten ayrı kabul edilmesi için hiçbir objektif kriter bulunmamaktadır. Evrimi en baştan dogma olarak benimsemiş araştırmacılar, insanın fosil kaydında kademeli bir gelişim gösterme ihtiyaçları doğrultusunda H.erectus “u yapay bir kategori olarak üretmişler ve H.sapiens “ten ayrı bir tür kabul etmişlerdir. Natural History “de ve diğer tüm evrimci yayınlarda H.erectus “un ayrı bir tür olarak sunulması bu dogmatik önyargının, farklılığın ırksal seviyede olduğunu gösteren gerçeklere rağmen sürdürülmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekte H. erectus , eski bir insan ırkıdır.

Boaz ve Ciochon”ın hipotezi: Fantastik bir seçilimci hikaye

Seçilimcilik, �formdaki en küçük bir farklılık, varlığı için özel bir seçilim sebebine sahip olmalıdır” şeklinde özetlenebilecek evrimci bakış açısıdır. Buna göre, her canlının sözde evrimsel tarihi, canlının sahip olduğu yapıların sağlamış olabileceği faydalar temel alınarak kurgulanır. Örneğin H. erectus “un belirgin kaş kemerlerinin sağlamış olabileceği faydalar hakkında kurgulanmış üç farklı senaryo mevcuttur. Bunların, çene kaslarının oluşturduğu çiğneme baskısına dayanıklılık 6, güneş ışınlarına karşı koruyucu bir siper 7 ya da saçların görüşü kapamasına bir önlem 8 olarak evrimleştiğine dair iddialar ortaya konmuştur. Bu iddialara göre, H. erectus “un kaş kemerleri organizmaya bu faydaları sağladıkları için sözde evrim sürecinde doğal seleksiyon tarafından seçilmiştir.

Bu seçilimci açıklamaların her biri işte-öylesine bir hikayeden ibarettir ve bilimsel değildirler. Çünkü her bir açıklama bilimsel kanıtlara değil, sahibinin sözkonusu kaş kemerini kendi hayalgücü doğrultusunda yorumlamasına dayanır. Bunların bilimsel değeri gece masallarından fazla değildir ve bunlar kanıt da oluşturmazlar. Nature dergisinin editörü Henry Gee, bu açıklama şekliyle ilgili olarak şunları söylemiştir:

“Burnumuz gözlük taşımak için yapılmıştır, böylece gözlük kullanabiliriz.” Evrimci biyologlar herhangi bir yapıyı, faydalı hale gelen bir adaptasyon olarak yorumladıklarında hala tamamen bu mantıkta hareket etmektedirler, ama bu faydanın bir yapının nasıl evrimleştiği , ya da gerçekte bir yapının evrimsel tarihinin bu yapının şekil ve özelliklerini nasıl etkilemiş olabileceği hakkında bize hiçbir şey söyleyemeyeceğini göremezler.” 9

Boaz ve Ciochon”un Homo erectus “un kafatası kalınlığı hakkındaki tezleri de bu bakış açısından üretilmiş ancak hiçbir kanıt sağlamayan, seleksiyonist bir işte-öylesine hikayeden ibarettir. Araştırmacılar, kafatası kalınlığının muhakkak evrimsel bir avantaj sağlamış olması gereken bir adaptasyon olduğu varsayımından hareketle tamamen hayali bir fayda kurgulamakta ve evrim iddialarını buna dayandırmaktadırlar.

Homo erectus “un kafatası kalınlığı hakkında bu şekilde üretilecek senaryoların da sınırı yok gibidir. Buna göre herkes bir yapıya kendi hayal ettiği gibi bir fayda seçebilir, bunun üzerine bir evrim hipotezi oluşturabilir. Örneğin, H. erectus “un kalın kafatasının, kendisine ağaçlardaki meyveleri elde etmede avantaj sağlayacak şekilde evrimleştiği de hayal edilebilir. Hipoteze göre, H. erectus “un kalın kafatası meyveleri düşürmek için ağaçlara kafa atması sonucu evrimleşmiş olabilir. Kafası kalın olanlar daha çok meyve düşürüp hayatta kalma mücadelesinde beslenme avantajı elde etmiş olabilirler! Ancak bu senaryolar, hayali spekülasyonlar olmaktan öteye gidemez, evrimci iddialara herhangi bilimsel bir kanıt oluşturmazlar. Seleksiyonist açıklamalar, kaş kemeriyle ilgili senaryoların da çok iyi gösterdiği gibi, evrimcilerin hayalgüçlerini herhangi bir sınır olmaksızın yarıştırmak için icad ettikleri bir oyun gibidir.

Diğer yandan, kafatası kalın olan H. erectus hakkında böyle bir tez ortaya konması frenelojik denebilecek bir değerlendirme bozukluğunun eseridir. Frenoloji, insan kafatasının şeklini, belli karakter özellikleri ve zihinsel yetenekler hakkında sonuçlara varmak için inceleyen çalışmayı ifade eder. 1800″lü yıllarda Alman fizyolog Franz Joseph Gall tarafından geliştirilmiş ancak modern nöroloji ve fiziksel antropoloji tarafından çürütülmüştür. Kalın kafatasına bakılarak H. erectus erkeklerine, dişilerle eşleşmek için birbirleriyle kavgalara girişme, bu kavgalarda birbirlerinin kafalarını kırmaya çalışma gibi kaba ve saldırgan davranışlar biçilmesi, frenoloji gibi bilimdışı bir yorumdur. Ortaya çıkarılması gereken ilkel bir şey varsa bu, H. erectus “un kemiklerinde değil, evrimcilerin bakış açısında aranmalıdır.

Hayalgücünde Aşırı Dozun Kaynağı: Darwinist Dünya Görüşü

Darwinistler, doğada sürekli bir çatışma olduğunu ve sözde evrimsel gelişmede bunun büyük rolü olduğunu kabul ederler. Bu kabule göre insan da böyle bir sürecin hem ürünü ve hem de elemanı olan sıradan bir hayvan türüdür. Doğayı bu şekilde algılayan ve yorumlayan evrimciler sözde bilimsel hipotezlerinde bu bakış açısından büyük ölçüde etkilenmektedirler. Küçük bir anatomik farklılığı dahi muhakkak doğal seleksiyonda avantaj sağlamış olması gereken bir adaptasyon olarak algılamakta, bunun gelişimini çoğu defa bireylerin birbiriyle çatışması senaryolarıyla açıklamaya çalışmaktadırlar. Boaz ve Ciochon”un, kalın bir kafatasına baktıklarında, hayallerinde birbirlerinin kafalarını sopalarla döven erkekler canlandırmalarına sebep olan şey, doğaya olan yanlış bakış açılarıdır.

Örneğin araştırmacılar, tezlerine saatte yirmi mil hızla kafalarını tokuşturan Kanada koyunlarından dayanak aramaya çalışmaktadırlar. Araştırmacılar, “Kanada koyunları dişilerle eşleşme fırsatı yakalamak için potansiyel olarak son derece tehlikeli olan bu davranışı ortaya koyuyorlar, o halde H. erectus da bunu yapmış olabilir” gibi son derece zorlama bir mesaj vermektedirler. Doğada erkekler arasında ve dişiler üzerindeki rekabette kimi zaman oldukça kanlı dövüşlerin yaşandığı bir gerçektir. Ancak dişilerle eşleşme rekabeti daima dövüş şeklinde gerçekleşmez. Örneğin çardak kuşunun erkeği, eşini cezbetmek için bir yuva hazırlamakta, onu çeşitli renklerde boyamakta ve çiçeklerle süslemektedir. Bu yuvaları ziyaret eden dişiler, beğendikleri yuvadaki erkekle eşleşmektedirler.

Darwinistler bu gibi örnekleri göz ardı ederek, insanın kökenini kafa tokuşturan keçilerde aramakta ve menfaatleri uğruna hayali atalarını birbirlerine zarar vermekten çekinmeyen, saldırgan kimseler olarak tasvir etmeyi tercih etmektedirler.

Darwinistlerin bu bakış açısının ise toplum adına ne kadar tehlikeli bir durum ortaya koyduğu açıktır. Bir toplumun bilim adamları insanların birbirleriyle çatışmalarını doğal bir olgu ve gelişmenin bir dinamiği olarak yorumlarsa o toplumda meydana gelebilecek her türlü çatışma ve düşmanlık ortamı meşrulaştırılmış, insanların güçleri oranında başkalarını ezmeleri teşvik edilmiş olur. Bu da devlet otoritesini tehdit eden, mal ve can güvenliğinin olmadığı anarşik bir ortama zemin sağlar. Tarihin en kanlı ideolojileri Nazizm, faşizm ve komünizmin liderlerinin Darwin”e hayranlıklarını açıkça ifade etmeleri rastlantı değildir. (Daha fazla bilgi için bkz. Harun Yahya, ” Darwinizmin İnsanlığa Getirdiği Belalar ” )

Sonuç:

J. S. Jones”un Nature dergisinde yazdığı gibi, “paleoantropoloji, bir bilim adamının sadece bir fikir sahibi olmakla ünlü olabileceği tek bilimdir.” 10 Ve anlaşıldığı kadarıyla Natural History dergisi kendisine bir hikaye edinip kitap çıkaran her �ünlü” bilim adamının tezini tanıtmakla saygınlığını artırmaya çalışmaktadır. Natural History yetkililerini, sadece Darwinist dünya görüşlerine uygun olduğu için hayali masalları bilim olarak okuyucularına sunmaya son vermeye davet ediyoruz.

1. ” Dragon Bone Hill: An Ice-Age Saga of Homo erectus”, Oxford University Press, Ocak 2004. 288 sayfa. Boaz anatomi profesörü, Ross University School of Medicine; in the Commonwealth of Dominica. Ciochon is a professor of anthropology at the University of Iowa.
2. Peter Brown, “Cranial-vault thickness in Asian Homo erectus and Homo sapiens”, in: Franzen, J.L., ed., 100 Years of Pithecanthropus: The Homo Erectus Problem, Courier Forschungs Institut Senckenberg 171, sf. 33-45, 1994; John Woodmorappe, “How different is the cranial-vault thickness of Homo erectus from modern man?” http://www.answersingenesis.org/home/area/magazines/tj/docs/v14n1_cranium.asp
3. Peter Brown, İbid, sf. 43-44
4.Richard Leakey, The Making of Mankind, London : Sphere Books, 1981, s. 62.
5. Pat Shipman, “Doubting Dmanisi”, American Scientist, November- December 2000, vol: 88 No:6, sf. 491
6. Russell M. 1985. The supraorbital torus: “a most remarkable peculiarity. Current Anthropology 26 :337-360
7. Barton C. H. 1895. Outlines of Australian Physiography . Maryborough , Queensland , Australia : Alston and Company.
8. Krantz G. 1973. “Cranial hair and brow ridges”. Mankind 9 :109-111
9. Henry Gee, “In Search Of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New Hıstory of Life”, The Free Press, A Division fo Simon & Schuster, Inc., 1999,sf 103
10. Jones, J. S., ” A Thousand and One Eves ,” Nature , vol. 345 (May 31, 1990), sf. 395 

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.