Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Y. Yılmaz’ın Seksüel Seleksiyon Yanılgısı

Milliyet gazetesinin 19 Temmuz 2003 tarihli sayısında, genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı Mehmet Y. Yılmaz”ın, “Erkek Olmanın Dayanılmaz ‘Ağırlığı’” başlıklı bir yazısı yayınlandı.

Makalesinde Avustralya’da yaşayan bir tür olan çardak kuşunun eşleşme seçimlerinden söz eden Yılmaz, erkek kuşların eşlerin dikkatini çekmek için titizlikle hazırlayıp “dekore ettikleri” yuvalarından söz ediyordu. Erkek çardak kuşu, dişi kuşun dikkatini çekmek için yuvasını çevreden topladığı parlak cisimlerle gözalıcı bir şekilde süslüyordu. Yuvasının dekorasyonunda kırık cam ve alüminyum folyo parçalarının yanı sıra koyun kemiği ve sigara jelatininden de faydalanan kuş, bunları daima “simetrik bir düzende” yerleştiriyordu. Bu yolla daha güzel yuva yapmayı başaran kuş, dişiyi yuvasına çekmekte, böylece çiftleşip genlerini sonraki nesillere aktarmakta avantaj sağlıyordu.

Yuva yapamayan bir erkek çardak kuşunun ise yaşamı boyunca çiftleşmeden ölüp gideceğini yazan Yılmaz hemen sonra şunları ekliyordu:

“Darwin”in Türlerin Kökeni”nde anlattığı gibi bir doğal seleksiyon, beceriksiz erkeğin genlerini ileriki kuşaklara aktaramamasını da garanti altına alıyor.”

Yılmaz’ın bu ifadesi hem eksik, hem de yanlıştır. Yazar, teorinin modern bilim bulguları karşısındaki geçersizliğinden tamamen habersiz görünmektedir. Ve bu nedenle, okurlarını yanlış bilgilendirmektedir.

Bu nedenle, Darwinizm”in hayvan davranışlarına getirdiği açıklamaların bilimsel olmadığını, sadece spekülasyona dayalı delilsiz izahlar olduklarını açıklamakta yarar görüyoruz.

Çardak Kuşunun Davranışlarını Doğal Seleksiyona Dayandırma Yanılgısı

Yılmaz’ın öncelikle dikkate alması gereken nokta, Darwin’in çardak kuşunda görülen türden eşleşme davranışlarını doğal seleksiyon (seçilim) değil, “seksüel seleksiyon” kavramı altında ele almış olduğudur.

Seksüel seleksiyon eşeyli üreyen canlılarda, bir cinsiyette, genellikle de erkeklerde, daha çok çiftleşip daha çok yavru sahibi olmayı sağlayan fiziksel özelliklerin diğer cinsiyet tarafından seçilmesini tanımlar. Darwin, Türlerin Kökeni isimli kitabında seksüel seleksiyonla ilgili şu varsayımda bulunmuştur (1) :

“… Dişi kuşların, kendi güzellik standartlarına göre, en hoş sesli ve güzel görünümlü erkek kuşları binlerce nesil boyunca seçmeleri sonucunda belirgin bir etki ortaya çıkaracağından kuşku duymak için hiçbir iyi sebep göremiyorum

Darwin”e göre, daha güzel ve dikkat çekici özelliklere sahip kuşlar, nesiller boyunca seçilerek, en sonunda farklı özellikler kazanabilecekler veya başka bir türe dönüşebileceklerdir. Bu düşüncelerinin aleyhinde “hiçbir iyi sebep” göremeyen Darwin, on iki yıl sonra yayınladığı İnsanın Türeyişi isimli kitabında; kuşlardan maymunlara uzanan bir yelpazede yer alan canlı türlerinde, erkeklerde bulunduğu halde dişilerde olmayan gözalıcı fiziksel yapılarla ilgili bir iddia ortaya koydu. Darwin’in iddiasına göre erkeklere özgün estetik yapılar (tavuskuşlarında erkeklerde olduğu halde dişilerde bulunmayan kuyruk tüyleri gibi) dişilerin nesiller boyu yaptığı seçim sonucunda ortaya çıkmış olabilirdi.

Ancak Darwin yanılıyordu. Onun döneminde bilimsel inceleme imkanları yeterli olmadığı için, bu varsayımın ne derece yanlış olduğunun anlaşılması için zaman geçmesi gerekti. Bilimde yaşanan gelişmeler, Darwin’in göremediği sebebin var olduğunu; daha da önemlisi bu sebebin evrim teorisi için önemli bir çıkmaz olduğunu ortaya çıkardı.

Bu çıkmazı kısaca şöyle açıklayabiliriz: Genetik prensiplerine göre, türleri tanımlayan genetik bilgiler kendi gen havuzları içinde sabittirler. Bu genetik bilgiler çiftleşme yoluyla ne şekilde eşleşirlerse eşleşsinler, ortaya çıkan varyasyonlar asla türün karakteristik özellikleri dışında bir özellik kazanmazlar. Dolayısıyla dişilerin seçimi, nesilden nesile korunan genetik özellikler üzerinde etkili olamaz. Bu yüzden de erkeklere önceden sahip olmadıkları özellikler kazandıramazlar.

Örneğin, bir ırka mensup tüm kadınlar bugünden itibaren uzun boylu erkeklerle evlenmek üzere karar alsalar ve bunu nesiller boyu sürdürseler, o ırka mensup erkeklerin boy ortalaması bir süre uzadıktan sonra belli bir tavana varıp duracaktır. Benzer şekilde herhangi bir erkek kuş, dişisinin seçimleri sonucu ancak türünün gen havuzundaki varyasyonlar ölçüsünde morfolojik (biçimsel yapısında) değişim gösterir. Tüyleri belli ölçüde uzayıp kısalabilir veya gen havuzunda mevcut renklere sahip olabilir. Ama yeni biyolojik yapılar ortaya çıkmaz; yani “evrim” yaşanmaz.

Darwinci Seksüel Seleksiyon Teorisinin Çöküşü

Genetik prensipleri bir yana, doğada yapılan gözlemler seksüel seleksiyon teorisini doğrudan doğruya geçersiz kılmaktadır. Doğada çok sayıda canlı türünün eşleşme davranışlarını araştıran biyologlar, seksüel seleksiyonda Darwinci bakış açısının “hiçbir açıklayıcılığının kalmadığının” altını çizmektedirler. Dünyanın çeşitli bölgelerinden bilim adamları çok farklı türlerle ilgili -ve seksüel seleksiyon teorisiyle tamamen çelişen- durumlar rapor etmektedirler. Bu örnekler o kadar fazladır ki konunun uzmanı olan araştırmacıların, seksüel seleksiyon teorisinin değerini tamamen yitirdiğine dair neredeyse şüpheleri kalmamıştır. Teori aleyhindeki tüm bu gözlem ve düşünceler, bilim adamlarını biraraya getiren toplantılarda da ele alınmaktadır.

Bu görüşlerin bir ağızdan dile getirildiği en önemli toplantılardan biri ise Amerikan Bilimi Geliştirme Derneği’nin 2003 yılı toplantısı oldu. Toplantı bünyesinde seksüel seleksiyon teorisiyle ilgili bir sempozyum organize eden Stanford Üniversitesi (ABD) biyoloğu Joan Roughgarden, konuyu kısa ve net bir şekilde şöyle özetledi (2) :

Darwinci seksüel seleksiyonu çürüten yüklü miktarda gözlemsel kanıt mevcut… Kural dışı durumlar o kadar fazla ki “açıklama gerekiyor” diye avaz avaz bağırıyorlar… “Darwin’in seksüel seleksiyon teorisinin bağlamı bütünüyle çözülmektedir…. Yani Darwin temel önerilerinde yanılmıştır, ancak daha da önemlisi, [seksüel seleksiyon teorisi] henüz bir yaklaşım olarak bile yetersizdir.”

17 Şubat 2003 günü gerçekleşen sempozyumda konuşan Lethbridge Üniversitesi (Kanada) Psikolog ve Nöroloğu Paul Vasey ise konuyla ilgili şu yorumu yapmıştır:

“… Seksüel davranışlarla ilgili geleneksel evrimsel teoriler, olup biteni açıklamada yetersiz ve fakirdir

Seksüel Seleksiyonun Gerçek Kökeni

Darwin, seksüel seçimi bir “evrim mekanizması” olarak yorumlayarak yanılmıştır. Ama seksüel seleksiyon vardır ve hayvanlar aleminde oldukça yaygın bir olgudur. Çeşitli canlılar, seksüel seçimde bulunarak son derece akılcı davranışlar sergileyebilmektedirler. Örneğin :

Üstteki resimlerden ilkinde, böğürtlen benzeri, renkli sıvı içeren bir meyve çiğneyen bir saten çardak kuşu görülüyor. Hemen yanındaki resimde aynı kuşun, çiğnediği meyvelerden elde ettiği sıvıyı “boya” gibi kullandığı ve bunu dişinin dikkatini çekmek için süslediği çardağına sürmekte olduğu görülüyor.

Alttaki resimlerden ilkinde bu defa altın çardak kuşunun, dalından henüz kopardığı taze bir orkide çiçeğini ağzında taşıdığı, yanındaki resimde ise bu beyaz orkideyi dişinin dikkatini çekmek için süslediği yuvasına yerleştirdiği görülüyor.

Peki ama bu davranışlar “ilk olarak” nasıl ortaya çıkmış olabilir? Çardak kuşu bu yeteneğe doğuştan sahip midir, yoksa öğrenme yoluyla mı bu davranışları göstermeye başlamaktadır? Bu tür kuşlar bu davranışı (evrim teorisinde iddia edildiği gibi) zaman içinde mi geliştirmiştir, yoksa bu davranış kuşlarla birlikte hep mi varolmuştur? Yapılan araştırma ve gözlemler, kuşların seçici davranışlarının kör tesadüflerin değil, aksine bilinçli bir tasarımın eseri olduğunu ortaya koymaktadır. Bu kusursuz tasarımın sahibi ise Yüce Allah”tır.

Bu kuşları uzun yıllar araştıran Gerry Borgia, doğuştan itibaren tutsak büyütülmüş, tamamen tecrübesiz kuşların bile çalı çırpıyı bir araya getirdiğine dair kanıtlara sahip olduklarını, bu durumun da kuşlardaki bu davranışın doğuştan olduğunu gösterdiğini belirtiyor. (3) Bu ise, davranışın kalıtımla aktarıldığını yani genetik bilgiye dayalı olduğunu göstermektedir. Kuştaki bu davranışların “önceden programlanmış” olduğu açıktır. Genlerdeki bilgiler nükleotidlerle “yazılı” olduğuna göre bu programlama da genlerde özel bir nükleotid sırasıyla temsil ediliyor olmalıdır.

Bu durumda ‘bu davranışlar nasıl ortaya çıkmıştır?’ sorusu, ‘bu nükleotid dizilimi nasıl ortaya çıkmış olabilir?’ sorusuna dönüşür. Bu noktada evrim teorisinin ileri sürebileceği tutarlı bir açıklama olmayacağı ortaya çıkar. Çünkü teori, rastlantısal mutasyon ve doğal seleksiyon gibi “amaçsız” süreçlere dayanmaktadır. Bu bilim dışı teoriye göre, bu mekanizmalarla kuşlar başka bir canlıdan (bir sürüngen kolundan) meydana gelmiş, genlerindeki bu bilgiler de aynı amaçsız ve şuursuz mekanizmalar tarafından tesadüfen yerleştirilmiştir. Elbette bu, hem mantık hem de bilim dışı bir iddiadır; gerçekleşmesi mümkün değildir. Bunun yanı sıra kuşun davranışlarının da son derece özel bir amaca yönelik, görünürde estetik anlayışı gerektiren titiz bir çalışma olduğu açıktır. Bu durumda yine teorinin iddialarına göre, rastlantısal mutasyonlar birikmiş olmalıdır ki kuşa tüm bu çalışmada gerekli motivasyon, seçicilik gibi özellikleri ve gereken stratejiyi kazandırmış olsun. Ancak elbette bu da bir hayal olmaktan öteye gidemez, çünkü böyle birşeyin olması imkansızdır.

Mutasyonlar %99 oranında zararlıdırlar, %1 ise etkisizdirler. Meydana geldikleri organizmada genetik bilgiyi tahrip ederek fizyolojik ve yapısal anormalliklere, hatta ölümlere yol açarlar. Bugüne kadar bir canlıya genetik bilgi ekleyen, yani “yararlı” bir mutasyon gözlemlenmemiştir.

Diğer yandan, genlerdeki nükleotidlerin kimyasal yapısı ile “motivasyon”, “estetik”, “istek” gibi psikolojik faktörler arasında bir ilişki olduğuna dair bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Diğer bir ifadeyle, gelecekte bir gün herhangi bir genin bu davranışı “etkilediği” gösterilse bile bu psikolojik faktörlerin genlerdeki nükleotidlerden “doğduğunu” düşünmek mantıklı olmaz. Çünkü nükleotidler atomlardan meydana gelen basit moleküllerdir ve atomlar meydana getirdikleri kuşun çiftleşmesi gerektiğini “bilemez” ve “isteyemezler”. Bir orkide çiçeğini karşı cinsi etkilemek amacıyla “beğenip seçemezler”.

Bunlar “bilgi” ve “şuur” gerektiren özelliklerdir. Bu durumu şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.

Bu yazının ortaya çıkmasının amaçsız ve şuursuz doğa olayları sonucu, örneğin mürekkep gibi bir maddenin rüzgarla devrilip bazı şekiller oluşturmasıyla meydana gelmesi ihtimali yoktur. Yazıyı gören birisi, doğal olarak, bunun akıl sahibi bir varlığın çabası sonucunda ortaya çıktığını anlayacaktır.

Aynı durum kuşun genlerindeki bilgi için de geçerlidir. Burada da “kodlanmış” “bilgi” söz konusudur. Üstelik bu bilgi ve kodlama çok daha komplekstir. O halde bu bilgi rastlantıya dayalı mutasyonlarla birikme sonucu değil, yaratıcı bir aklın eseri olarak buraya yerleştirilmiştir. Farklı canlılardaki bilgiler, tüm canlıların üstün bir akıl tarafından tasarlandığını göstermektedir.

Evrim teorisinin, böylesine kompleks bilgilerin canlıların genlerinde nasıl olup da tesadüfen kodlandığını açıklaması kesinlikle mümkün değildir. Bilimsel kanıtlar, canlılığın kökeninin rastlantısal evrim değil, “bilinçli tasarım”, bir diğer ifadeyle “Yaratılış” olduğunu göstermektedir.

Sonuç:

Bu bilgilendirmeleri yaptıktan sonra Sayın Yılmaz”ın dikkatini bir noktaya daha çekmek istiyoruz. Mehmet Yılmaz, çardak kuşuyla ilgili yazısında National Geographic dergisinin Temmuz sayısında yayınlanan bir makaleden esinlendiğini belirtmektedir. Çardak kuşunun davranışılarını, doğal seleksiyon ve Darwin’le ilişkilendirme yanılgısında bu makalede sergilenen evrim yanlısı anlatım etkili olmuş olabilir.

Yıllardır yakından takip ettiğimiz National Geographic dergisinin editör ve yazarları koyu birer Darwinisttirler. Bu kimseler ne kadar tutarsız olursa olsun, canlıların kökenini açıklamada daima evrim dogmasını savunma saplantısından vazgeçmemişlerdir. Hatta bu nedenle National Geographic zaman zaman evrimciler tarafından dahi eleştirilmektedir. Örneğin, bu derginin 1999 yılında tüm dünyaya “dino-kuş” olarak tanıttığı Archaeoraptor fosilinin sahte olduğunun anlaşılması üzerine gelen yorumlar dikkat çekicidir. ABD”deki ünlü Smithsonian Institute Doğa Tarihi Müzesinden Dr. Storrs Olson, bu fosilin sahte olduğuna dair daha önceden National Geographic”i uyardığını, ancak dergi yönetiminin bunu tamamen göz ardı ettiğini yazmıştır. Olson”a göre, “zaten National Geographic, uzun zamandır sansasyonal, desteksiz ve tabloid habercilik yaparak seviyesini düşürmüş durumdadır.(4)

Dolayısıyla bilimsel bulguların aksini kanıtlamasına rağmen, tamamen ideolojik kaygılarla hareketetmekte ısrar eden National Geographic dergisinin önyargılarını sorgulamaksızın kabullenmek doğru değildir.

Sayın Yılmaz bir gazetecidir. Gerekli soruları sorarak doğru kaynaklara kolaylıkla ulaşabilir ve kısa bir araştırmayla National Geographic’in ve benzeri koyu Darwinist kaynakların körükörüne savunduğu evrim teorisinin ne kadar açık bir yanılgı olduğunu görebilir. Teorinin aleyhindeki deliller son derece açık ve kesindir. Sadece felsefi nedenlerle ayakta tutulmaya çalışılan Darwinizm’in tamamen çökmekte olduğu açıkça görülmektedir.

Mehmet Y. Yılmaz”a bu önemli gerçeği dikkate almasını öneriyoruz.

 

(1) http://www.tbi.univie.ac.at/Origin/origin_4.html#xtocid1864527  
(2) “Sex and gender scientists explore a revolution in evolution”, 16 Şubat 2003,
http://www.eurekalert.org/pub_releases/2003-02/su-sag021003.php

(3) “On the Trail of the Bowerbird “, http://www.pbs.org/wgbh/nova/bowerbirds/trail.html

(4) Tim Friend, “Dinosaur-bird link smashed in fossil flap”, USA Today, 01/25/00

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.