Bilim ve Ütopya”da Bir Hikaye “”İnsanın Evrimi: İki ayaklılığa geçiş ve su kökenli beslenmenin önemi””

Bilim ve Ütopya dergisinin Haziran 2004 sayısında Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji A.B.D. Öğretim Üyesi Yardımcı Doçent Dr. Tuğrul Atasoy”un hazırladığı bir makale yayınlandı. “İnsanın Evrimi: İki ayaklılığa geçiş ve su kökenli beslenmenin önemi” başlıklı yazıda, insanın dik yürüyüşünün evrimle ortaya çıktığı iddia ediliyor, iki ayaklılığa geçiş senaryosu su kökenli beslenmeye dayalı bir hikayeyle açıklanmaya çalışılıyordu.

Atasoy”a göre su kıyısında yaşayan hominidler (hayali evrim sürecinde yaşadığı varsayılan insansılar), su kökenli beslenmenin sağladığı çeşitli avantajlardan yararlanmış olabilir, bu da sözde evrim sürecinde iki ayaklı bir hareket tarzı kazanmalarına yol açmış olabilirdi. Atasoy”un bu beslenme şekliyle ilgili, gıda bulma yarışında diğer etçiller tarafindan görece daha az rahatsız edilmek, gıda toplamak için daha az zaman, sosyal etkileşim ve alet yapımı için daha çok zaman, su kökenli beslenmenin sağladığı ve gelişimde önem taşıyan bazı yağ asitleri gibi avantajları sayıyordu. Atasoy, primatların su kenarında ve suyun içinde iki ayak üzerinde durma eğilimlerini bu faydalara ekleyerek, insanın iki ayaklılığının böyle bir süreçte tamamlanmış olması gerektiğini ileri sürüyordu. Tuğrul Atasoy”un bu iddiaları hiçbir bilimsel delile dayanmayan hayal ürünü hikayelerden ibarettir.

 Öncelikle iki ayaklılığın evrimi diye bir şey söz konusu bile değildir, böyle bir şeyin gerçekleşmiş olması mümkün değildir. İnsan iki ayağı üzerinde dik yürür. Bu, başka hiçbir canlıda rastlanmayan, çok özel bir hareket şeklidir. Burada belirtilmesi gereken en önemli noktalardan biri iki ayaklılığın bir avantaj olmadığıdır. Zira, maymunların hareket şekli insanın iki ayaklı yürüyüşünden daha kolay, hızlı ve verimlidir. İnsan ne bir şempanze gibi ağaçlar arasında daldan dala atlayarak ilerleyebilir, ne de bir çita gibi saatte 125 km . hızla koşabilir. Aksine insan, iki ayağı üzerinde yürüdüğü için, yerde çok daha yavaş bir biçimde hareket edebilir ve bu nedenle doğadaki canlıların en savunmasızlarından biridir. Dolayısıyla, evrim teorisinin kendi mantığına göre, maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Aksine, evrimin hikayelerine göre insanlar dört ayaklı hale gelmelidirler.

Evrimci iddianın bir diğer çıkmazı ise, iki ayaklılığın Darwinizm”in “aşama aşama gelişme” modeline kesinlikle uymamasıdır. Evrimin temelini oluşturan bu model, evrimin bir aşamasında iki ayaklılıkla dört ayaklılık arasında “karma” bir yürüyüş olmasını zorunlu kılar. Oysa İngiliz paleoantropolog Robin Crompton, 1996 yılında bilgisayar yardımıyla yaptığı araştırmalarda bu çeşit bir “karma” yürüyüşün imkansız olduğunu göstermiştir. Crompton”un vardığı sonuç şudur: Bir canlı ya tam dik, ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebilir. 1 Bu ikisinin arası bir yürüyüş biçimi, enerji kullanımının aşırı derecede artması nedeniyle mümkün olmamaktadır. Bu yüzden yarı-iki ayaklı bir canlının var olması mümkün değildir.

(Bu konudaki daha detaylı bilgiyi http://www.netcevap.org/evrensel011120.html adresinde bulabilirsiniz.)

Bütün bunlar doğrultusunda Tuğrul Atasoy”un tezlerinin evrim teorisine hiçbir bilimsel destek oluşturmayan bir işte-öylesine hikayeden ibaret olduğu açığa çıkmaktadır. 

İşte öylesine hikayeler, evrim biyologlarının canlılardaki sözde evrimsel adaptasyonların tarihsel açıklamalarında başvurdukları hikayelerdir. Bu hikayelere oldukça yakışan “işte öylesine hikayeler” ismi, evrimci paleontolog Stephen Jay Gould”un, İngiliz öykü yazarı ve şair Rudyard Kipling (1865-1936) tarafından 1902 yılında yayınlanan aynı isimli kitaba atfen yaptığı eleştiriden gelmektedir. Kipling, çocuklara yönelik hikayelerini derlediği bu kitabında; canlıların çeşitli organlarını nasıl kazanmış olabileceğine dair hayalgücüne dayalı gelişimsel masallar anlatmıştı. Örneğin Kipling, filin hortumunu anlattığı hikayesinde şunları yazıyordu:

“Günün birinde bir yavru fil annesinin gerektiği kadar yakınında durmuyordu. Nehrin parlak sularını gördü ve meraklı bir şekilde kıyıya yanaştı incelemeye koyuldu. Suyun yüzeyinde çıkıntı yapan bir tümsek vardı ve bunun ne olduğunu merak eden fil yavrusu daha yakından bakmak için suya doğru eğildi. Birdenbire o tümsek yukarı fırladı ve küçük filin burnunu yakaladı. [Bu, bir timsahtı]… Sonra filin yavrusu kalçasının üzerine oturdu ve kendisini geri itmeye başladı, itti, itti ve burnu giderek uzamaya başladı. Ve timsah çırpınarak kıyıya doğru çekildi ve kuyruğunun darbeleriyle suyu krema gibi beyaz yaptı; timsah da [filin burnunu] çekti, çekti ve çekmeye devam etti. “

Gould, evrim biyologlarını, literatürü, yukarıdaki bu hikayeyle büyük paralellikler gösteren ve hiçbirşeyin kanıtı olmayan işte-öylesine hikayelerle doldurmakla eleştirmiştir. Kipling”in hikayeleri gibi, evrimci biyologların işte-öylesine hikayeleri de sadece hayalgücüne dayanır. Ve aslında, aşağıda gösterdiğimiz gibi, Tuğrul Atasoy”un suyun kenarında iki ayaklılık kazanan hayali atalar masalı, suyun kenarında hortumu uzayan filin masalından farklı değildir. Atasoy da anatomik bir özelliği (iki ayaklılık) hayalgücüyle ele almakta ve bunu kendine makul gelen bir çevrede (ekoloji) hikayelendirmektedir.

Atasoy”un bu “işte-öylesine” yaklaşımı, bu hikayeler konusunda sağduyulu bir yaklaşım sergilemiş olan Gould”un şu sözleri ışığında kolayca görülebilir:

“Evrim biyolojisi, anatomi ve ekolojiyi kayıtlandıran ve sonra hangi kemiğin neden o şekilde göründüğü ya da bu canlının neden orada yaşadığıyla ilgili tarihsel veya adaptasyonla ilgili açıklamalar üretmeye çalışan, spekülatif bir argüman şekliyle ciddi derecede engellenmiştir. Bilim adamları bu masalların hikaye olduğunu bilirler; maalesef, bunlar profesyonel literatürde fazlasıyla ciddi ve gerçeksel alınırlar. Daha sonra bunlar [bilimsel] �gerçekler” haline dönüşür popüler literatüre girerler” 2

Gould ayrıca, bu hikayelerin hiçbirşeyin kanıtı olmadığını ve buldukları destekte sadece “zihinsel yaratıcılığa” dayandıklarını şöyle ifade etmiştir:

“Evrimsel doğa tarihinin �işte-öylesine hikayeler” geleneğindeki bu masallar, hiçbirşeyin kanıtı değildirler. Ancak bunların oluşturduğu ağırlık ve benzer birçok durum benim kademeli gelişim fikrine (gradualism) olan inancımı uzun bir süre önce öldürdü. Daha yaratıcı zihinler bunları hala idare edebilir ancak sadece becerikli spekülasyonla kurtarılmış kavramlar bana fazla bir şey ifade etmiyor.” 3

Tuğrul Atasoy, su kökenli beslenme sürecinde iki ayaklılığa dönüşüm hikayesini kendine göre çekici bulmuş olabilir. Bunun içerdiği hayalgücü ile ortaya koyduğu senaryo, kendisinde fantastik bir etki de bırakmış olabilir. Ancak bir hikaye, ne kadar etkileyici olursa olsun, bir hikayedir ve gerçeklere dair hiçbir şey söyleyemez. Bir bilimsel açıklamanın yerine ise asla geçemez.

Sonuç: 

Burada Bilim ve Ütopya yetkililerine işte-öylesine hikayelerle ilgili aldanışlarına son vermeleri çağrısında bulunuyoruz. Kendileri materyalist ön yargıları doğrultusunda bu hikayeleri çekici buluyor ve bilimsel bir makale konusu yapacak kadar ciddiye alıyor olabilirler. Ancak bu, yukarıda açıkça ortaya konduğu gibi, gerçekçilikten son derece uzak bir tutumdur. Bu makaleyi çocuk hikayeleri kategorisinde değerlendirmek daha uygun olacaktır. Deneysel kanıtlara ve test edilebilir hipotezlere dayanması gereken bilimde değil.

 

1. Ruth Henke, “Aufrecht aus den Baumen”, Focus, Cilt 39, 1996, s. 178
2. Stephen Jay Gould, “Introduction,” in Björn Kurtén, Dance of the Tiger: A Novel of the Ice Age (New York: Random House, 1980), xvii-xviii
3. Gould S.J., “The Return of the Hopeful Monster,” in “The Panda”s Thumb: More Reflections in Natural History,” [1980], Penguin: London , 1990, reprint, sf.158

Ayrıca bakınız

Video – Yuval Noah Hararı’nin SAPIENS Adlı Kitabındaki Bazı İddialara Cevap 4 – “Geçmişte insanın pek az şey ürettiği” iddiası

Harari ve diğer evrimcilerin bir iddiası da “geçmiş nesillerin çok az şey ürettiği” yönündedir. Bunu …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.