Bilim Ve Teknik Dergisi”nin “”Evrim Tartışmaları”” ndaki yanılgısı

 Bilim ve Teknik , uzun yıllardır evrim teorisini ısrarla ve gözü kapalı biçimde savunan bir dergi olarak bilinir. Bilim ve Teknik “in evrim teorisi lehindeki iddialarının cevapları ise defalarca açıklanmış, hatta kitaplara konu olmuştur. (bkz. Harun Yahya, Evrimcilerin Yanılgıları, Evrimcilere Net Cevap I, Evrimcilere Net Cevap II) Ancak Kasım 2001 sayısında, dergi yönetiminin bu konuda daha duyarlı bir tutum takındığını ve evrim teorisini eleştiren bilimsel bir makaleyi de yayınladığını görüyorüz. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi ve Adana Milletvekili Sayın Prof. Dr. Ali Gören’in dergide yayınlanan “Yaşamın Kökeni Hakkında Yeni Bir Yaklaşım: Bilinçli Tasarım” başlıklı yazısı, Bilim ve Teknik “in artık bu konuya daha açık fikirli bakmaya başladığının bir göstergesidir. Bundan dolayı dergi yönetimini kutluyor ve daha da açık fikirli olabilmelerini diliyoruz.

Ancak, eski alışkanlıkları terk etmenin zorluğundan olacak, Bilim ve Teknik yönetimi, derginin aynı sayısında oldukça uzun bir “evrim propagandası”na da girişmiş, belki de bu şekilde “Bilinçli Tasarım”dan bahsetmiş olmanın Darwinizm”e getireceği zarar “dengelenmek” istenmiştir. Bu yazıda, Bilim ve Teknik “in sözkonusu “dengeleme” çabasında ortaya çıkan önemli bilimsel yanılgıları açıklayacağız.

Bilim ve Teknik dergisinin sözkonusu Kasım 2001 sayısındaki “evrim teorisini kurtarma” amaçlı yazıların çoğu, derginin Genel Yayın Yönetmeni ve Sorumlu Yazıişleri Müdürü sıfatlarını taşıyan Sayın Raşit Gürdilek”e aittir. Aşağıda, öncelikle Sayın Gürdilek”in yazı ve söyleşilerindeki yanılgıları, sonra da dergideki diğer evrimci yazarların hataları incelenecektir.

Gürdilek”in “EVRİM TARTIŞMALARI” BAŞLIKLI YAZISINDAKİ YANILGILAR

Bilim ve Teknik yönetimi, dergideki “Bilinçli Tasarım” yazısını dengelemek amacıyla, yazının hem önüne hem de arkasına iki koyu Darwinist yazı yerleştirmeyi uygun görmüş. Yazıların ilki, editör Raşit Gürdilek tarafından kaleme alınan “Evrim Tartışmaları” başlıklı kısa bir makale. İkincisi ise, Gürdilek tarafından İngiliz evrimci genetikçi Dr. Andrew Berry ile yapılan “Evrim Rastlantı Değil ki” başlıklı bir röportaj.

İlk yazıyı incelediğimizde, Sayın Gürdilek”in bir dizi evrimci iddiayı birer cümle ile belirttiğini, ancak bu iddiaların her birinin önemli yanılgılar içerdiğini, bazılarının ise tamamen yanlış olduğunu görebiliyoruz:

1) Fosiller, Gürdilek”in İddiasının Aksine, Darwinizm”in Aleyhinedir

Yazıda “fosil kayıtları Darwin”in öngörüleri doğrultusunda bir değişimin işaretleri veriliyor” denmektedir. Yazının bir diğer cümlesinde ise, “fosillerin kolayca gösterdiği anatomik evrim”den söz edilmektedir.

Oysa Sayın Gürdilek”in iki cümlecikle ileri sürdüğü “fosiller evrimi destekler” iddiasını geçersiz kılan binlerce bilimsel kitap ve makale vardır. Fosillerin Darwin”in hayal ettiği “türler arası ara form”ları ortaya çıkarmadığı, aksine yeryüzündeki farklı canlı gruplarının fosil kayıtlarında kendilerine özgü yapılarıyla bir anda ortaya çıktıkları, bugün evrimci paleontologların önemli bir bölümü de dahil olmak üzere, pek çok bilim adamı tarafından kabul edilmektedir. Bu konudaki itiraflar oldukça açıktır. İşte birkaç örnek:

Indiana Moleküler Biyoloji Enstitüsü Başkanı Prof. Rudolf A. Raff ve Indiana Üniversitesi’nden Thomas Kaufman:

 

“Fosil türleri arasındaki atalara veya ara geçiş formlarına ait fosillerin eksikliği sadece erken metazoan dönemine özel bir gariplik değil. Boşluklar genel olarak var ve fosil kayıtları boyunca geçerli.” 1

 

Neo-Darwinizm”in kurucularından, 20. yüzyılın en önemli evrimci biyoloğu Ernst Mayr:

 

“Paleontologlar uzun süredir Darwin’in küçük aşamalarla değişim şartının paleontolojinin bulguları ile çeliştiğinin farkında. Filumlara ait çizgiler izlendiğinde, çok küçük aşamalı değişiklikler görülüyor, ancak bu değişiklikler bir türü farklı bir cinse (genus) dönüştürecek türden değil ve yeni bir türün kökenine dair bir açıklama getirmiyor. Gerçekte (fosil kayıtlarında) yeni olan her tür, her zaman aniden beliriyor.” 2

 

Rethinking Anthropology isimli kitabın yazarı E. R. Leach, Nature dergisindeki bir yazısında:

 

Fosil kayıtlarındaki eksik halkalar Darwin’i endiţelendiriyordu. Bunların gelecekte bulunacağından emindi, ancak bu kayıp halkalar hala eksik ve eksik olarak kalmaya devam edecekler gibi görünüyor.” 3

 

Kısacası Sayın Gürdilek’in, fosil kayıtlarının Darwinizmi kanıtladığı yönündeki iddiası doğru değildir. Bilimsel literatürü daha yakından takip edebilirse, kendisi de bunu kolaylıkla görebilir. (Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz. http://www.harunyahya.org/EvrimAldatmacasi/HGK/hk4.html ) 

2) Sayın Gürdilek Yanılmaktadır: Mutasyonlar Bir Evrim Mekanizması Değildir

Gürdilek, “Evrim Tartışmaları” başlıklı yazısında mutasyonları moleküler düzeyde evrim teorisini kanıtlayan bir olgu olarak göstermek istemiştir. Oysa mutasyonlar hiç de evrimcilerin umdukları gibi canlıların evrimleşmesini sağlayacak özelliklere sahip değildirler. DNA’da meydana gelen mutasyonların bir kısmının DNA üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Çoğu ise DNA’ya, dolayısıyla organizmaya zarar verir.

Evrimcilerin “faydalı mutasyonlar” olarak tanımladıkları mutasyonlar ise gerçekte yanıltıcı bir yoruma dayalıdır. Sözkonusu “faydalı” mutasyonlara evrimcilerin verdikleri iki klasik örnek; bakterilerin antibiyotiklere, böceklerin ise böcek zehirlerine karşı direnç kazanmalarıdır. Ancak her iki durumda da, mutasyon canlılarda gerçekte genetik bilgi kaybına yol açmakta, bu mutlak zararın ise dolaylı bir faydası oluşmaktadır. Örneğin mutasyon sonucunda antibiyotiklere karşı direnç kazanan bakterilerdeki asıl etki, ribozomlarının yapısının bozulmasıdır. Ribozomdaki bozukluk, antibiyotiğin bu organele yapışmasını engellemekte, bu da “bağışıklık” sağlamaktadır. Ama sonuçta bakterinin ribozomu genetik bilgi kaybetmektedir. Bu durum, görme yeteneğini kaybeden bir insanın göz hastalıklarına karşı “bağışıklık” kazanması gibi bir örnektir. Elbette ki bu gibi dolaylı bir “fayda”, bir evrim örneği sayılamaz. (Ayrıntılı bilgi için. Lee Spetner, Not By Chance , Judaica Press, 1997)

Dahası, tüm bu bağışıklık örnekleri, biyokimyasal mutasyonlarla ilgilidir. Ancak biyokimyasal mutasyonlar, farklı canlı türlerin oluşması için gereken büyük yapısal değişiklikleri açıklayamazlar. Farklı canlı gruplarının oluşması için, mutasyonların, organizmanın morfolojisini – şeklini – değiştirmesi gerekmektedir. Oysa bilinen hiçbir “faydalı morfolojik mutasyon” örneği yoktur.
(Detaylı bilgi için bkz. http://www.harunyahya.org/EvrimAldatmacasi/HGK/hk10.html#antibi )

Evrimciler bu konuda köşeye sıkıştıkları için, eldeki bazı bulguları çarpıtarak yorumlamak durumunda kalırlar. Bunun en ünlü örneği, laboratuar deneyleri sırasında morfolojik mutasyonlara maruz kalan meyve sineği, yani Drosophila melanogaster “dir. Drosophila’ ya uygulanan bir seri mutasyon, iki kanatlı olan bu canlının bazı bireylerinin dört kanada sahip olmasına neden olmuştur. Bu nedenle 1978 yılından bu yana meyve sineği ders kitaplarında ve evrimci basında yer alan en popüler evrimci konulardan biri olmuştur. Evrimciler canlının 2 yerine 4 kanada sahip olmasını bir “evrim”, yani biyolojik gelişme örneği gibi gösterirler.

Ama gizledikleri çok önemli bir nokta vardır: Sözkonusu 4 kanatlı mutant (mutasyon geçirmiş) meyve sineklerinin sadece iki kanadında kas vardır. Diğer iki ekstra kanat, uçuş kaslarından yoksundur. Dolayısıyla da canlıya uçuşta bir avantaj sağlamamakta, sadece yük olmaktadırlar. 4 kanatlı mutant sinekleri yakından gözlemleyen herkes, bu canlıların aslında sakat olduklarını görebilir. Ama evrimciler bu ayrıntıyı hiç belirtmemekte, sadece 4 kanatlı sineklerin durağan resimlerini yayınlayarak sahte bir “biyolojik gelişim” izlenimi vermeye çalışmaktadırlar.

Dikkat edilmesi gereken ikinci bir nokta da şudur: 4 kanatlı meyve sineği tek bir mutasyonla, doğal şartlarda oluşmamaktadır. Üç kuşak boyunca bilim adamları tarafından yapay mutasyonlara uğratılmış ve laboratuarda dikkatlice bakılıp korunmuştur. Moleküler biyolog Jonathan Wells”in ifadesiyle “bu 4 kanatlı sinekler, genetikçilerin hünerlerini görmek ve genlerin organizmaların gelişmesindeki rollerini anlamak açısından önemlidir. Ancak, DNA mutasyonlarının evrim için bir ham madde sağladığı iddiasına kesinlikle delil oluşturmamaktadır”.
(Detaylı bilgi için bkz. http://www.harunyahya.org/EvrimAldatmacasi/HGK/hk2.html#mutas ; Johathan Wells, Icons of Evolution, Regnery Publishing, Washington DC, 2000, s.177-193)

Sonuç olarak Reşat Gürdilek’in kalıtım şifresindeki mutasyonların, moleküler düzeyde evrimi kanıtladığı iddiası büyük bir yanılgıdır.

Nitekim Sayın Gürdilek”in kullandığı ifadeler incelendiğinde, ya konuyu yeterince düşünmeden kabullendiği ya da fazla düşündürmeden kabul ettirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Örneğin yukarıda anlattığımız mutasyonlar konusundaki ifadesi ilginçtir:

 

“Ancak bu tartışma (evrim-yaratılış tartışması), objektif verilerin etkisiyle ve moleküler biyolojinin gelişmesi sayesinde en az Batı”da büyük ölçüde durulmuş görünüyor. Nedeni, kalıtım şifresindeki mutasyonların, türlerdeki değişimi moleküler düzeyde de açıklayabilmesi.” (Bilim ve Teknik, Kasım 2001, s. 42)

 

Gürdilek burada Batı dünyasında evrim teorisinin genel kabul gördüğünü iddia ederken—ki bu da doğru olmayan bir iddadır—konuyu mutasyonlara dayandırmaktadır. Mutasyonları evrim teorisine delil gibi gösterirken kullandığı ifade ise ilginçtir: “Mutasyonların, türlerdeki değişimi moleküler düzeyde de açıklayabilmesi…”

Elbette mutasyonlar “moleküler düzeydeki değişimleri” açıklar ama bu, evrim teorisine kanıt değildir… Mutasyon, zaten genetik bilgiyi değiştiren etkinin ismidir. Önemli olan nokta, mutasyonun canlılarda olumlu mu yoksa olumsuz mu değişiklikler oluşturduğudur. Elbette bir mutasyon bir türdeki, örneğin mutant meyve sineklerindeki değişimi moleküler düzeyde açıklar. Ama açıkladığı gerçek, bu canlıların mutasyon sonucunda hep sakat kaldıklarıdır. Canlılara genetik bilgi ekleyen hiçbir mutasyon örneği yoktur ve zaten evrim teorisini çürüten en önemli gerçeklerden biri budur.

3) Bilim ve Teknik“in Çürük Dayanakları: Jerry Coyne ve Allen Orr”un İtirazları

Prof. Michael Behe”nin Darwin”in Kara Kutusu adlı kitabında yeralan ve evrim teorisinin geçersizliğini ispatlayan kavramlardan biri, canlılarda görülen indirgenemez kompleks sistemlerdir. İndirgenemez komplekslik kısaca, canlı sistemlerde yeralan kanın pıhtılaşması, bakteri kamçısı, hücre içi haberleşme sistemi gibi birçok yapının, birçok farklı parçalardan oluştuğunu ve bu parçalardan birinin eksikliği durumunda bu sistemlerin atıl durumda olacağını, işe yaramayacağını anlatan bir terimdir. Evrim teorisi ise aşamalı bir gelişim olduğunu, dolayısıyla bir sistemin farklı parçalarının aşamalı olarak, doğal seleksiyon yoluyla meydana geldiğini öne sürer. Ancak, sözü edilen kompleks sistemler bu şekilde açıklanamaz, çünkü ara aşamalar hiçbir fonksiyona sahip olmadığı için “doğal seleksiyon” tarafından seçilemez. Dolayısıyla canlılardaki indirgenemez komplekslik, Darwinizm”i geçersiz kılmakta ve canlılığın Behe”nin ifadesiyle “bilinçli bir tasarımın” ürünü olduğunu göstermektedir.

Bilim ve Teknik dergisi editörü Sayın Gürdilek ise, “Evrim Tartışmaları” başlıklı yazısında, bazı evrimci bilim adamlarının Behe”ye getirdikleri bazı eleştirilere yer vermiştir. Gürdilek, muhtemelen, bu şekilde Behe”nin gündeme getirdiği “bilinçli tasarım” kavramını çürüten yorumlar aktardığı zannındadır. Ama gerçekte Gürdilek”in yorumlarını aktardığı evrimciler, sadece demagoji yapmaktadırlar.

Sayın Gürdilek”in dayanak olarak aldığı sözkonusu iki evrimci, Jerry Coyne ve Allen Orr”dur. Bu iki bilim adamı, Behe”nin tezine karşı çıkan yazılar kaleme almışlardır. Bu yazıların cevabı ise yine Behe tarafından verilmiştir. Behe, Gürdilek tarafından hiç sözü edilmeyen cevabında, şunları yazmaktadır:

 

Profesör Orr, indirgenemez komplekslik kavramı hakkında yanlış bir görüşe sahip… Darwin”in Kara Kutusu“nda indirgenemez kompleksliği şöyle tanımladım: “İyi uyumlu ve temel fonksiyon için birbiriyle etkileşim içindeki pek çok parçadan oluşan ve bu parçaların herhangi birinin eksiltilmesinin sistemin fonksiyonunun durmasına neden olacağı bir sistem.” Orr ise bu terimi yüzeysel bir şekilde kullanmakta ve “eğer bir parça çıkarırsan, organizma ölür” şeklinde anlamaktadır…

Orr, benim bazı sistemlerin doğal seleksiyonla evrimleşmiş olabileceği, ama bazıları için bunun mümkün olmadığı şeklindeki düşüncemi “çok şaşırtıcı” bulmakta. Bunu kitabımın 205-208. sayfalarında açıklamıştım. Kısacası, bazı sistemler diğerlerinden daha komplekstir ve dolayısıyla daha indirgenemezdir… Aslında, her sistemin detaylarını incelediğinizde, benim yaptığım gibi, Darwinizm”in zorlukları pek çok yerde ortaya çıkar…

Görünen odur ki, Orr, (yaşama getirilecek) açıklamanın özünün, evrimcilerin kavramlar üzerine kondurdukları etiketleri bilmeyle olacağını sanmaktadır. Oysa önemli olan, bu kavramların gerçekten hayatın nasıl oluştuğunu açıklayıp açıklamadıklarıdır. 4

 

Bilim ve Teknik“teki makalede, Profesör Jerry A. Coyne”un bilinçli tasarım kavramına karşı getirdiği bir itiraz, çok güçlü bir argüman gibi aktarılmaktadır: Coyne, “her şeyi açıklayamayacağımıza göre, her zaman tasarım için bir kanıt bulunabilecektir” demektedir. Ancak evrimcilerin “açıklayabildiği” bir sistem yoktur. Behe, bu gerçeği şöyle açıklar:

 

Coyne, eğer bir biyokimyasal sistem doğal seleksiyonla açıklanırsa, bilinçli tasarım savunucularının bir diğer sisteme atlayacaklarından ve bu nedenle Bilinçli Tasarım teorisinin yanlışlanamaz olduğundan yakınmaktadır. Eğer Darwinistler herhangi bir kompleks biyokimyasal sistemi açıklayabilmiş olsalardı, bu yakınmanın bir haklılık payı olabilirdiOysaki bugüne kadar (doğal seleksiyon) kompleksliğe sahip fonksiyonel sistemlerin hiç birinin kökenini açıklamayı başaramamıştır. 5

 

Gürdilek, Bilim ve Teknik“teki makalesinde, Coyne”un bir itirazını daha aktarmaktadır: Coyne, küçük parçaların birbirlerine eklenerek en sonunda işlev kazanmadıklarını öne sürmekte ve “daha başka süreçlerle paylaşılan, bazen işe yaramayan, atıl, kopya genlerden, ya da eski işlevlerini çoktan yitirmiş fosil parçalardan da oluşuyor. Demek ki daha önce ‘evrilmiş’ yapıtaşları da söz konusu” demektedir.

Oysa bu “açıklama” da temelsiz bir spekülasyondan başka bir şey değildir ve evrimcilerin sorununu çözmemektedir. Behe, Coyne ve Orr gibi evrimciler tarafından teorisine karşı yöneltilen bu yüzeysel itirazı şöyle açıklar:

 

Orr, bir fare kapanının (Behe”nin indirgenemez kompleksliği açıklamak için kullandığı örnek) parçalarının başka bir şey olarak oluşmaya başlamış ve sonradan şu anki yapılarına dönüşmüş olabileceklerini söylemektedir. Bu gibi argümanları Darwin”in Kara Kutusu“nun 66. sayfasında cevaplandırdım. Özetle, bu yaklaşımın (evrimcilere) kazandırdığı bir şey yoktur. Parçaların sonraki bir aşamada yine birbirlerine uyumlu hale getirilmeleri gerekecektir ve yine tüm parçalar gerektiği şekilde ayarlanmadan sistem çalışmayacaktır. Bu, bilinçli bir düzenleme gerektirmektedir. 6

 

Sonuçta, evrimcilerin bilinçli tasarımın delillerine karşı getirebildikleri tutarlı bir itiraz ve “indirgenemez kompleks” sistemlere getirebildikleri bilimsel bir açıklama yoktur. Sayın Gürdilek”in, bilinçli tasarım kavramını dengelemek için başvurduğu Coyne ve Orr gibi evrimcilerin argümanları, aslında, sadece ne kadar yüzeysel ve dogmatik düşündüklerini göstermektedir.  

4) Moleküler Karşılaştırmalar, Gürdilek”in İddiasının Aksine, Evrim Teorisi ile Çelişmektedir

Sayın Raşit Gürdilek”in, evrim teorisine gerçekte aykırı olan bilimsel bulguları, bir-iki cümlelik yüzeysel açıklamalarla, sanki teori lehinde gibi gösterdiğine yukarıda değinmiştik. Gürdilek, “Evrim Tartışmaları” başlıklı yazısında, aynı yöntemi moleküler biyolojinin bulguları için de kullanmaktadır: Gerçekte evrim şemalarına tamamen ters düşen DNA veya protein dizilimi karşılaştırmalarının “anatomi üzerine bina edilen sınıflandırma ile… örtüşmesi”nden söz etmektedir.

Konuyu kısaca özetleyelim: Evrim teorisi, 19. yüzyıldan bu yana, ufak tefek değişikliklere rağmen temelde aynı kalan bir “hayat ağacı şeması”nı savunmaktadır. Bu şema, canlıların anatomik benzerliklerine göre çıkarılmış, birbirine en benzer görülen canlılar, bu şemada “en yakın evrimsel akrabalar” olarak tanımlanmıştır. Fosil kayıtlarından gelen bilgiler çoğu kez bu şemaya uyum göstermese de, bazı noktalar karanlıkta bırakılarak, şema büyük ölçüde tamamlanmıştır.

Dış görünüme ve fosillere dayanan bu şemanın test edilmesi ise, canlıların moleküler yapılarının (protein dizilimlerinin, DNA dizilimlerinin ve rRNA dizilimlerinin) birbirleriyle karşılaştırılması ile başlamıştır. 1970″lerde başlayan, ancak asıl olarak 90″lı yıllarda gelişen ve “sekans (dizilim) analizi” olarak bilinen yöntemlerle, farklı canlı türlerinin ortak proteinleri, ortak genleri veya ortak rRNA”ları (ribozomal RNA”ları) karşılaştırılmıştır. Evrimciler, teorilerine göre birbirlerine “yakın akraba” saydıkları canlıların molekül yapılarının, birbirine çok benzer çıkacağını ummuşlardır. Ama sonuçlar onlar için tam bir hayalkırıklığı olmuştur.

Sayın Gürdilek bu konuda da yüzeysel bir açıklama yapmakta ve Coyne”dan aldığı bir bilgiyi aktararak “bir memeli olan yarasanın kanındaki hemoglobin kuşlardan çok, bir başka memeli olan balinanınkine yakın” demekle yetinmektedir. Oysa moleküler biyolojinin sonuçları, tek bir örnekten değil, pek çok farklı örneğin bir arada incelenip topluca yorumlanmasıyla anlaşılabilir. Bu toplu sonuçlar incelendiğinde ise, moleküler karşılaştırmaların “anatomi üzerinde bina edilen sınıflandırmaları” alt-üst ettiği ortaya çıkmaktadır. (Ayrıntılı bilgi için bkz, Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni, “Moleküler Homoloji İddiasının Geçersizliği” bölümü)

Proteinler, rRNA veya genler üzerindeki karşılaştırmalar, evrim teorisine göre birbirinin yakın akrabası sayılan canlıları birbirinden çok uzak çıkarmaktadır. 1996 yılında 88 proteinin dizilimi üzerinde yapılan karşılaştırmalar; tavşanları kemirgenler yerine primatlara yakın çıkarmıştır. 1998 yılında 19 farklı hayvan türünün 13 geni üzerinde yapılan analizler, deniz kestanelerini (hiçbir evrimsel yakınlıkları iddia edilemeyen) kordalılar filumuna yakın göstermiştir. 1998 yılında 12 farklı protein temel alınarak yapılan karşılaştırmalar inekleri balinalara atlardan daha yakın çıkarmıştır. 7

University of Illinois”ten ünlü biyolog Carl Woese “filogeni” (evrimsel akrabalık) kavramının moleküler bulgular karşısında anlamını yitirdiğini şöyle kabul eder:

 

Şimdiye kadar üretilen pek çok bireysel protein filogenilerinden hiçbir kapsamlı organizmal filogeni çıkmamıştır. Filogenetik uygunsuzluklar, evrensel ağacın (evrimsel soyağacının) her yerinde görülebilir; köklerinden ana dallarına ve ana gruplamaları oluşturan grupların kendi aralarında. 8

 

Moleküler karşılaştırmaların evrim teorisi lehinde değil, aleyhinde sonuçlar verdiği, 1999 yılında Science dergisinde yayınlanan “Is It Time to Uproot the T ree of Life?” ( Hayat Ağacı”nın Yerinden Sökmenin Zamanı mı Geldi? ) başlıklı bir makalede de kabul edilmiştir. Elizabeth Pennisi imzalı makalede, Darwinist biyologların “evrim ağacını” aydınlatmak için yürüttükleri genetik analiz ve karşılaştırmaların tam aksi yönde sonuç verdiği belirtilmiş, “yeni verilerin evrimsel tabloyu kararttığı” ifade edilmiştir:

 

Bir yıl önce, bir düzineden fazla mikroorganizmanın yeni dizinlenmiş genomlarını inceleyen biyologlar, bu bilgilerin yaşamın erken zamanlarının tarihi hakkındaki kabul edilmiş çizgileri destekleyeceğini ummuşlardı. Ama gördükleri şey onları şaşkına düşürdü. O an mevcut olan genomların karşılaştırılması, yaşamın büyük gruplarının nasıl ortaya çıktığına dair tabloyu aydınlatmamakla kalmadı, onu daha da karışık hale getirdi. Ve şimdi, elde bulunan 8 yeni mikrobial dizilimle birlikte, durum daha da kafa karıştırıcı bir hal aldı…

Çoğu evrimci biyolog, yaşamın başlangıcını üç temel alemde bulabileceklerini düşünüyorlardı… Tam DNA dizilimleri, başka türlü genlerin karşılaştırılmasının yolunu açtığında, araştırmacılar basitçe bu ağaca daha fazla detay ekleyeceklerini umuyorlardı. Ama “hiçbir şey gerçekten bu kadar daha uzak olamazdı” diyor Claire Fraser, Rockville Maryland”deki The Institute for Genomic Research”ün başkanı. Aksine, (genetik) karşılaştırmalar, hem rRNA ağacıyla hem de birbirleriyle çelişki içinde bulunan pek çok farklı hayat ağacı versiyonu ortaya çıkardı. 9

 

Kısacası, canlılık moleküler düzeyde incelendikçe, evrim teorisinin homoloji varsayımları birer birer çökmektedir. Amerikalı moleküler biyolog Jonathan Wells, 2000 yılındaki durumu şöyle özetler: “Farklı moleküller üzerine kurulu olan ağaçlardaki uyumsuzluklar ve moleküler analizler sonucunda ortaya çıkan garip sonuçlar, moleküler filogeniyi bir krize sürüklemiş durumdadır.” 10

Görünen odur ki, Bilim ve Teknik dergisi editörü Sayın Raşit Gürdilek”in evrim teorisiyle ilgili tüm inançlarını baştan incelemesi gerekmektedir.

Sonuç: Zeki Bilim Adamlarının Mantıksız Eleştirileri

Bilim ve Teknik dergisinde de belirtildiği gibi, Michael Behe’nin Darwin’in Kara Kutusu isimli kitabı bilim dünyasında büyük yankı uyandırmış ve evrim teorisinin geçersiziliğini ortaya koyan “indirgenemez komplekslik” ve “bilinçli tasarım” gibi iki önemli kavramı gündeme getirmiştir. Ne var ki evrimciler, bu ve benzeri kanıtları, çok açık olmalarına rağmen, anlamazlıktan gelmeye ve yüzeysel spekülasyonlarla avunmaya devam etmektedirler. Evrimcilerin bu tutumu , Darwinizm’i bilimsel değil ideolojik kaygılarla savunduklarının bir göstergesidir. Materyalizme bağlılıkları nedeniyle, Darwinizm’e dolayısıyla materyalizme gelen her türlü eleştiriyi gözardı etmektedirler. Prof. Philip Johnson evrimcilerin bu kaygı dolu tavırlarını şöyle ifade etmektedir:

 

“Darwinizmin asıl amacı materyalizmi, evrimsel biyolojinin asıl amacı ise Darwinizm’i korumaktır. Bu temel noktayı bildikten sonra, … Allen Orr ve Jerry Coyne gibi zeki bilim adamlarının Behe’nin kitabına getirdikleri eleştirilerin neden bu kadar mantıksız olduğunu… anlayabilirsiniz.” 11

 

Bilim ve Teknik dergisinin bu gibi dogmalardan arınmış halde, sırf bilimsel bulguları temel alan bir yayın politikası belirlemesi gerekmektedir. Belki Bilim ve Teknik yönetimi, evrim teorisini “bilimsel”, bilinçli tasarım açıklamasını ise bilim dışı sanıyor olabilir. Ama gerçek bunun tam tersidir. Michael Behe, önde gelen evrimci biyologlardan Futuyma”ya verdiği bir cevapta, bunu şöyle açıklamaktadır:

 

Tasarım ve bilinçlilik, doğrudan deneyimimiz bulunan iki olgudur; her gün gördüğümüz dünyanın bir parçasıdırlar. Öte yandan, doğal seleksiyonun kompleks moleküler sistemler üretme yeteneği, sadece Futuyma ve diğerlerinin zihninde yer almaktadır… Bilinçli tasarım teorisi, felsefi önyargılara başvurmadan, dünyayı gördüğümüz şekliyle ele almaktadır. Futuyma ise, dünyanın daha önce hiç görmediğimiz bir şekilde davranmış olması gerektiğini düşünmektedir, bunun tek sebebi ise, dünyayı bilim dışı görüşlerine uydurmak istemesidir. 12

 

Evrimciler bu dogmatik tutumdan vazgeçmezlerse, çok yakında, bir zamanlar dünyanın düz olduğu konusunda ısrar eden sözde “bilim adamları”yla aynı duruma düşeceklerdir.

ANDREW BERRY’NİN Küçük Mantık OYUNLARI

Bilim ve Teknik Dergisi”nin Kasım 2001 sayısındaki “evrim teorisini kurtarma” amaçlı yazılardan ikincisi, derginin editörü Raşit Gürdilek tarafından, Oxford Üniversitesi ve dönem dönem Sabancı ve Harvard Üniversitelerinde dersler veren Dr. Andrew Berry ile yapılan bir röportajdır. Bilimsel yanılgılarını daha önce de açıkladığımız “evrimsel genetikçi” Dr. Berry, yine evrim teorisine gözü kapalı bir bağlılık sergilemiştir.

Berry”nin Bilim ve Teknik“in bu sayısında ileri sürdüğü iddiaların cevaplarının hepsini daha önce vermiştik. Burada yine kısaca belirteceğiz. Ancak bundan da önemli olan, Berry tarafından kullanılan ve evrimciler arasında çok yaygın olan “demagoji yöntemleri”ni tespit etmek ve ortaya çıkarmaktır. Evrimciler, bilimsel kanıtlardan yoksun olan teorilerini, küçük mantık oyunlarıyla ayakta tutma çabasındadırlar. Bunları aşağıda sırayla inceleyeceğiz. 

1) Berry”nin Yerçekimi-Tasarım Benzetmesindeki Mantık Hatası

Evrimcilerin demagoji yöntemlerinin en belirginlerinden biri, kasıtlı olarak hatalı örneklendirmeler kullanmaktır. Berry”nin bunu nasıl kullandığını aşağıdaki cümlelerinde görelim:

 

“Yaratılışçılarca geliştirilen bir hipotezin kanıtlanması olanaklı değildir. Tanrının her kuş için ayrı, her yarasa için ayrı, her böcek için ayrı kanat yarattığının tersini kanıtlayamam. Tıpkı, Tanrı”nın kütle çekiminin ivmesini 9,8 m/s2 olarak belirlediğinin tersini kanıtlayamayacağım gibi.”

 

Dikkat ederseniz Berry iki farklı kavramdan, yani yerçekimi ivmesinden ve canlıların vücut yapılarından söz etmektedir. İlk bakışta aradaki fark ayırdedilmeyebilir, oysa çok önemli bir fark vardır: Yerçekimi ivmesi, tek bir “sayısal değer”dir, canlıların vücut yapıları ise bir “sistem”dir. Bir sayısal değerin nasıl belirlendiği konusunda yürütülecek bilimsel bir araştırma ile, bir sistemin nasıl ortaya çıktığı konusunda yürütülecek bilimsel bir araştırmanın yöntemleri birbirinden farklıdır.

Bir örnekle konuyu açıklayalım: Bir grup astronotun uzaktaki bir gezegene ilk kez indiklerini varsayalım. Eğer astronotlar gezegenin yüzeyinde küçük bir göl bulur ve bunun %0.1 oranında klor içerdiğini tespit ederlerse, bundan nasıl bir sonuç çıkarılabilir? Sudaki klorun oranı, gezegenin doğal dengesi ile mi oluşmuş, yoksa bilinçli birisi bu suya özellikle mi klor katmıştır? Bunun cevabı tek başına bulunamaz. Aynen Berry”nin dediği gibi, eğer astronotların birisi “bu özel bir tasarımdır derse”, bu iddianın aksi de ispatlanamaz, kendisi de. Ortada sadece bir “sayısal değer” vardır ve bunun bir tasarım ürünü olup olmadığını tek başına bilmek mümkün değildir.

Ancak eğer astronotlar gezegende bir de dev bir yeraltı şehri ile karşılaşırlarsa? İçinde hiçbir canlının yaşamadığı, ama çok iyi inşa edilmiş evler, yollar, tüneller, ısıtma ve havalandırma sistemleri, teknolojik araçlar ile dolu bir şehirse bu? Yani karşılarına çok kompleks bir “sistem” çıkarsa? O zaman elbette astronotlar, hiç tereddüt etmeden, bilinçli varlıkların eserleri ile karşı karşıya olduklarını anlayacaklardır. O bilinçli varlıkları hiç görmeseler bile, sırf eserlerine bakarak var olduklarını tartışmasız bileceklerdir. Çünkü kompleks bir sistemin varlığı, onu tasarlayan ve inşa eden bir bilincin varlığının ispatıdır.

Canlılar da sözünü ettiğimiz şehir gibi, hatta ondan çok daha kompleks sistemlerdir. (Moleküler biyolog Denton, en basit canlı hücresinin, dev bir şehir kadar karmaşık bir organizasyona sahip olduğunu vurgular.) Bu nedenle canlıların moleküler yapıları da, Berry”nin söz ettiği kanat gibi kompleks anatomik yapıları da, birer “tasarım”ın ispatıdır. Yani, canlıları Allah”ın yaratmış olduğunun bilimsel kanıtlarıdır.

Berry ise bu gerçeği gizlemek için, bir “sayısal değer” olan yerçekimi ivmesi ile bir “kompleks sistem” olan kanatları, büyük bir mantık hatasıyla birbirine benzetmektedir. Bu büyük hatanın kasıtlı olduğu da açıktır. Bundan dolayıdır ki, Berry”nin—ve onunla aynı yolu izleyen evrimcilerin—açıklamalarına hep dikkatle bakmak gerekir. Philip Johnson”ın ifadesiyle, evrimcileri dinlerken, “saçmalık dedektörlerini hep açık tutmak” gerekmektedir.

Berry”nin bu küçük mantık oyunu ile gizlediği diğer bir gerçek ise, kanatların kökeninin evrim teorisi için çok büyük bir sorun oluşudur. Gerçekte kanatlar, doğal seleksiyon-mutasyon mekanizmalarını geçersiz kılan indirgenemez yapılarıyla, Darwinizm”in hiçbir zaman açıklayamadığı bir tasarım örneği, yani yaratılış delilidir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni; “Evrimcilere Göre Uçuşun Kökeni”, “Kuş Tüyleri ve Sürüngen Pulları”, “Tüylerin Tasarımı” bölümleri) 

2) Berry”nin Farklı Kanat Tasarımları Hakkındaki Demagojisi

Evrim teorisinin açıklarını gizlemek için “en iyi savunma saldırıdır” yöntemini kullanmaya çalışan Berry, röportajın devamında yine kanatlardan söz etmekte, bu kez yarasa, kuş, sinek gibi farklı canlı gruplarında farklı kanat tipleri bulunduğunu belirterek, “bilinçli tasarım” açıklamasına karşı şu itirazı getirmektedir:

 

“Uçabilmenin tek ve mükemmel bir yolu, mükemmel bir tasarımı varsa, neden bu işin çok farklı biçimlerde de yapılabildiğini görüyoruz”

 

Berry”nin bu itirazının dayanağı, canlılar dünyasında farklı kanat yapılarının bulunmasıdır. Ancak, şu kesin bir gerçektir ki, eğer canlılar dünyasında tek bir kanat tipi olsaydı, o zaman da Berry—ve onun gibi evrimciler—bu kez şöyle itiraz edeceklerdi:

 

“Neden tek bir kanat tasarımı var? Eğer bilinçli bir tasarım olsaydı, farklı farklı kanat tipleri olurdu. Kanat çok zor evrimleştiği için, evrim süreci bunu sadece bir şekilde başarmış.”

 

Söylemek istediğimiz şey, bu gibi “neden böyle” itirazlarının, bilimsel anlamı olmayan demagojilerden ibaret oluş udur.

Berry, kanatların farklı tiplerinin var oluşunu, bu kanatların sahiplerinin farklı atalardan evrimleştikleri iddiasına delil gibi göstermektedir. Bundan yola çıkarak da “tasarım” açıklamasını reddetmektedir. Oysa benzer bir amaca hizmet eden farklı tasarımlar bulunması, o tasarımların farklı kaynaklardan geldiğini göstermez. Bir endüstri mühendisi, karada yolculuk için çok farklı sistemler tasarlayabilir; raylı sistem üzerinde yürüyen trenler, otoyolda giden lastikli otomobiller, hava yastığı ile hareket eden hovercraftlar gibi. Hepsinde aynı tasarımcı, farklı ortamlar ve farklı tipte taşıtlar için farklı tasarımlar üretir.

Dolayısıyla, doğadaki farklı uçan canlıların (kuşlar, soyu tükenmiş uçan sürüngenler, yarasalar, böcekler gibi) farklı kanat yapılarına sahip olmalarını “tasarım aleyhinde bir delil” gibi göstermenin hiçbir mantıksal dayanağı yoktur.

Berry eğer yaratılışa karşı evrim teorisini savunmak istiyorsa, “saçmalık dedektörlerine” takılacak senaryolar değil, bilimsel tezler üretmelidir. Bir kuşun, yarasanın veya böceğin kanatlarının, doğal seleksiyon-mutasyon mekanizmaları ile nasıl ortaya çıkmış olabileceğini açıklamak gibi. Ancak bunu yapamayacağını bildiğinden olacak, demagojileri tercih etmektedir. 

3) Homolog Organlar – “Benzeştirici Evrim” Çelişkisi

Homoloji, Darwin”den bu yana evrim teorisinin en temel kavramlarından biridir. Kavram kısaca”birbiriyle evrimsel akraba olduğu düşünülen canlılar arasındaki benzer yapılar” olarak tanımlanır. Örneğin evrimcilere göre maymunların da bizim gibi ellere sahip olmalarının nedeni, bizim sözde “evrimsel akrabamız” olmalarıdır. Aslında tüm evrim teorisinin homoloji kavramına dayandığını söylemek yanlış olmaz. Evrimciler tarafından kurulan tüm soyağaçları, homolojiye dayanır: Birbirine benzer gördükleri canlıları, birbirinin atası veya ortak bir atadan gelen akrabalar olarak gösterirler.

Homolojinin temel varsayımı şöyle de özetlenebilir: “Benzer organlar (veya benzer genler), ortak ata ispatıdır.” ( Varsayım 1 )

Ancak bir de birbirlerine çok benzer olmalarına rağmen, aralarında evrimciler tarafından hiçbir akrabalık kurulamayan canlılar da vardır. Bunlar karşısında evrimci literatür “homoloji” kavramını terk eder ve “analoji” kavramına başvurur. Analoji “benzeşme” demektir ve evrimcilere göre “aralarında evrimsel bir akrabalık bulunmayan, ama aynı doğal şartlara uyum sağlamak için birbirine benzer şekilde evrimleşmiş” organları kast eder. Nitekim Adrew Berry de Bilim ve Teknik “teki makalesinde uzun uzun “benzeşen evrim” senaryoları anlatmakta, evrimsel yakınlığı olmamasına rağmen çok benzer olan canlılardan söz etmektedir.

Sonuçta, analoji (benzeşen evrim) kavramının da bir temel varsayımı vardır: “Benzer organlar, ortak atadan kaynaklanmıyor olabilir.” ( Varsayım 2 )

Dikkat ederseniz 1. ve 2. varsayımlar açıkça çelişkilidir! Evrimciler benzer organların, birbirleriyle hiçbir yakınlığı bulunmayan canlılarda yer alabildiğini kabul ettiklerine göre, sonra nasıl olup da başka benzer organları, “ortak atadan evrimleşme” tezinin kanıtı olarak sunabilirler? Bu mantıksal açıdan “saçmalık”tır.

Aslında evrimcilerin her iki varsayımını birleştirdiğimizde, ortaya ilginç bir formül çıkmaktadır:

Eğer iki canlının benzer organları varsa, evrimciler bunu “ortak ata” delili olarak yorumlarlar. Eğer bu mümkün değilse, bu kez cevap tam ters yöndedir: Ne tesadüftür ki, evrim sürecinde farklı canlılar aynı yolu seçmiştir. Her durum için bir “açıklama” vardır. Ve bu da, zaten bu “açıklama”ların hiçbirinin bilimsel olmadığını, sadece “”senaryo” olduklarını göstermektedir.

Evrim teorisinin bu yönü, 20. yüzyılın en büyük bilim felsefecisi olarak kabul edilen Karl Popper tarafından önemle vurgulanmıştır. Popper, her üçü de 19. yüzyıl materyalizminin ürünü olan Darwinizm”in, Marksizm”in ve Freudizm”in, aynen astroloji gibi bilim dışında kalan bir öğreti olduğunu anlatır. Astroloji, yani yıldız falı, insanların davranışları ile yıldızların hareketleri arasında bir “ilişki” olduğunu varsayar ve sonra da yaşanan her olayı bu varsayıma göre kendince açıklar. Örneğin Salı günü hasta mı oldunuz? Astrolojiye inanan bir kişi, bunu “Jüpiter”in dünya üzerindeki etkisi”ne bağlayabilir. Ertesi gün iyileşirseniz, bu kez de Satürn”ün halkalarının devreye girdiğini öne sürer. Her durum için, kendince, bir “açıklama” getirir. Ama aslında bizzat bu “açıklamalar”, astrolojinin bilimsel bir teori değil, tamamen dogmatik bir inanç olduğunu göstermektedir. Çünkü her durum için bir senaryo üretmek mümkündür, ama bu senaryoların doğruluğunu ve yanlışlığını test etme imkanı yoktur.

Evrimcilerin, insanın ve diğer canlıların kökenine dair ileri sürdükleri senaryolar da aynen bu şekildedir. Andrew Berry”nin, homoloji kavramını çürüten biyolojik olguları uzun uzun anlatıp ardından da bunlara “benzeştiren evrim” demesi gibi.  

4) Berry”nin “Evrimsel Baskı” Hikayeleri

Evrimcilerin çok sıklıkla kullandıkları bir başka önemli aldatma yöntemi daha vardır. Bunu açıklamak için bir örnek verelim:

Diyelimki, bahçeli bir eviniz var ve bahçenizin tam ortasında büyük bir elma ağacı yer alıyor. 5 yaşındaki oğlunuz ise elmayı çok sevmesine rağmen, bir türlü ağaca çıkmayı başaramadığı için, yüksek dallardaki elmalara bir türlü ulaşamıyor. Sabah işinize gidip akşam eve döndüğünüzde bir de bakıyorsunuz ki, oğlunuzun bu ihtiyacı akılcı bir tasarımla çözülmüş: Elma ağacının gövdesinin çevresinde ahşaptan bir döner-merdiven yapılmış. Oğlunuz bu döner merdivenin basamaklarında keyifle inip-çıkıyor ve ağacın yüksek dallarındaki elmalara kolayca ulaşabiliyor.

Elbette bu durumda ilk sorunuz “kim yaptı bu merdiveni” diye düşünmek olacaktır. Muhtemelen iyiliksever ve sürpriz yapmaktan hoşlanan bir komşunuz, aynı zamanda da usta bir marangoz olup, oğlunuza bu hediyeyi vermiştir. Ya da evinizi ziyaret eden bir akrabanız…

Peki, eğer oğlunuza “bu merdiveni kim yaptı” diye sorarsanız ve o da size “kimse yapmadı, biliyorsun ağaca çıkmak için bir merdivene ihtiyaç vardı, ihtiyaç duyduğum şeyler böyle kendi kendine oluyor” cevabını verirse, gülersiniz. Çünkü bilirsiniz ki, bir şeye ihtiyaç duymak, onun oluşması için yeterli değildir. İhtiyaç duyulan şeylerin bir anda, kendi kendine, sadece ihtiyaçtan ötürü ortaya çıkması, ancak masallarda olur.

İşte evrimci genetikçi Andrew Berry de Bilim ve Teknik “teki röportajında böyle masallar anlatmaktadır.

Berry ile Gürdilek arasındaki söyleşinin bir kısımını aktaralım ve bu durumu birlikte görelim:

 

BTD- Yarasalar kanat geliştirmek için neden bir baskıyla karşılaşmış olsunlar?

Berry- Çünkü bu, böcek yakalamak için çok iyi bir yol. Genel olarak, biri meyveyle, öteki de böcekle beslenen iki yarasa alttakımı vardır. Ve eğer meyveler ağaçların tepelerinde bulunuyor ve etraflarında böcekler dolaşıyorsa, uçuş eylemine yol açan evrimsel baskı anlaşılabilir oluyor. Uçmak için pek çok iyi neden var.

 

Berry bu sözlerinin ardından da, kanatların evrimle ortaya çıktığını savunan uzun açıklamalara girişmektedir. Ama bu evrimin sebebi olarak, yukarıda sözünü ettiği “evrimsel baskı”dan başka bir şey göstermemektedir.

Berry”nin tam anlamıyla bir “masal” anlattığı kolaylıkla farkedilebilmektedir. Gerçekten de ağaçların tepelerindeki meyveler veya sinekler, bunlarla beslenen canlılar için cezbedici olabilir. (Elma ağacının tepesine ulaşmak isteyen oğlunuz gibi.) Ama bu “cazibe” (veya ihtiyaç), kanat oluşumunu sağlamaz! Kanat sahibi olmayan bir canlı türünün kanat edinmesi için, genetik yapısında çok büyük değişiklikler gereklidir:

1) Genetik yapısına, daha önceden var olmayan bir “kanat tasarımı bilgisi” eklenmelidir. Bunun için birbirini izleyen yüzlerce mutasyon olmalı, bu mutasyonların hepsi canlıya yarar sağlamalı, genetik bilgi eklemelidir. Oysa, canlılara genetik bilgi ekleyen, onlara fayda sağlayan hiçbir morfolojik mutasyon gözlemlenmemiştir.

2) Dahası, bu mutasyonlar, “doğal seleksiyon” tarafından her aşamada seçilmelidir. Bu ise evrim teorisine göre bile mümkün değildir, çünkü henüz tamamlanmamış olan ara aşamaların hiçbiri canlıya uçma avantajı kazandırmayacak, aksine onu önkollarından yoksun bırakarak dezavantajlı hale getirecektir.

Fransa”nın 20. yüzyıldaki en büyük biyoloji otoritelerinden biri olan Paul Pierre Grasse, kendisi de bir evrimci olmasına karşın, bu Darwinist senaryonun “hayal kurmak”tan öteye gitmediğini şöyle açıklar:

 

Şanslı mutasyonların havyanların ve bitkilerin ihtiyaçlarının karşılanmasını sağladığına inanmak, gerçekten çok zordur. Ama Darwinizm bundan fazlasını da ister: Tek bir bitki, tek bir havyan, binlerce ve binlerce tam olması gerektiği şekilde faydalı tesadüflere maruz kalmalıdır. Yani mucizeler sıradan bir kural haline gelmeli, inanılmaz derecede düşük olasılıklara sahip olaylar kolaylıkla gerçekleşmelidir. Hayal kurmayı yasaklayan bir kanun yoktur, ama bilim bu işin içine dahil edilmemelidir. 13

 

Berry, üstteki alıntıda belirtildiği gibi, “hayal kuran ve bu hayali bilimin içine dahil eden” dogmatik evrimcilerden biridir. Ama sadece bununla kalmamakta, bir de okuyucuları yanıltıcı bir üslup kullanmaktadır. “Evrimsel baskı” dediği ihtiyaçları, kompleks organların ortaya çıkmasının yeterli sebebi olarak göstermesi, bunu bir kez daha kanıtlamaktadır. 

5) Berry”nin Kambriyen Masalları

Dr. Berry”nin dogmatik evrimci yorumları arasında, Kambriyen devirde aniden ortaya çıkan farklı canlı gruplarının kökeni konusu da vardır.

Önce Kambriyen devirden kısaca söz edelim. Bize hayatın tarihini bildiren fosil kayıtları incelendiğinde, bundan 540 milyon yıl öncesine kadar, yeryüzündeki yaşamın çok dar kapsamlı olduğu, sadece tek hücreli canlıların ve az çeşitlilikle bazı basit tek hücreli canlıların yaşadığı görülür. 540 milyon yıl öce başlayan Kambriyen devirde ise, hepsi birbirinden tamamen farklı vücut yapılarına sahip olan 50″nin üzerinde filum (en temel havyan kategorileri) aynı ayna ortaya çıkmışlardır. Bu nedenle bu olguya “Kamriyen Patlaması” adı verilir. Göz, dolaşım sistemi, merkezi sinir sistemi gibi son derece kompleks organlara sahip olan bu canlıların bir anda ortaya çıkmış olmaları, evrim teorisine fosil kayıtları tarafından indirilen çok büyük bir darbedir. (bkz. Harun Yahya, Hayatı n Gerçek Kökeni , ” Fosiller “Hayat Ağacı”nı Reddediyor” başlığı)

Evrimcilerin cevaplayamadıkları konu, bu kadar farklı canlının, daha önceki devirlerde kendilerine benzer hiçbir canlı yok iken, bir anda ve son derece farklı ve kompleks yapılarla nasıl olup ortaya çıktıklarıdır. Berry bu soru karşısında iki açıklama öne sürmektedir ki, ikisi de geçersizdir: 

Homeotik Mutasyonlar: Berry, Kambriyen patlamasında son derece farklı vücut tasarımlarına sahip canlıların ortaya çıkışını, canlıların vücut yapılarını belirleyen kontrol genlerinde (homeobox genler) oluşacak mutasyonlarla açıklama çabasındadır:

 

Homeotik mutasyonlardaki mekanizmanın devreye girmiş olması sözkonusu. Bir başka deyişle, temel vücut planlarını ortaya çıkaran gelişim planlarında çok ufak değişiklikler olursa, sonuçta ürün olarak ortaya çok farklı vücut planları çıkar.

 

Oysa bu spekülasyonun hiçbir bilimsel dayanağı yoktur. Çünkü homoebox genler birer “sihirli değnek” değildir ve bunları etkileyen homeotik mutasyonlar “yeni vücut tasarımlarına” değil, sadece sakatlık ve ölümlere yol açmaktadırlar. Medical University of South Carolina”nın Biyokimya ve Moleküler Biyoloji bölümünde görevli olan Dr. Christian Schwabe bu konuda şu yorumu yapar:

 

Homeotik genler gibi kontrol genleri, fenotipleri (canlı bedenlerini) muhtemelen değiştirecek mutasyonların hedefi olabilirler. Ama unutmamak gerekir ki, birisi kompleks bir sistemde ne kadar merkezi bir değişiklik yaparsa, bunun yan etkileri o kadar kötü olur… Drosophila (sirke sineği) genlerindeki homeotik değişiklirler, sadece anormallikler meydana getirmiştir ve araştırmacıların çoğu, Drosophila örneklerinden bir arının çıkmasını görmeyi beklememektedirler. 14

 

Kısacası Berry”nin homeotik mutasyonların, daha önceden var olmayan 50″nin üzerinde hayvan filumunu son derece kompleks vücut tasarımlarıyla bir anda ortaya çıkardığını düşünmesi, tam anlamıyla hayal kurmaktır. Homeotik mutasyonların böyle bir etkisi hiçbir zaman görülmemiştir. Dahası teorik olarak bile böyle bir şey mümkün değildir. Homeotik mutasyonlar canlılara genetik bilgi eklemez, sadece var olan vücut planını bozarak, organların yerlerini ve şekillerini değiştirirler. Kafasından anten yerine bacak çıkan mutant sirke sinekleri bunun bir örneğidir. Bu yolla canlıya asla daha önceden sahip olmadığı bir organ eklenmez, var olanlar da bozulur ve canlı sakat kalır. Bu gibi rastgele mutasyonlar sonucunda, bilim adamlarını hayran bırakan komplekslikte vücut yapılarının ortaya çıkabileceğine inanmak, hiçbir bilimsel kanıtı bulunmayan bir batıl inançtır. 

• “Ekonomik Fırsatlar”: Dr. Berry”nin Kambriyen patlamasına getirdiği ikinci sözde “açıklama” ise, “ekonomik fırsatlar” gibi komik bir spekülasyondur. Berry şöyle demektedir:

 

“…Bu (homeotik mutasyonlar) birinci husus. Ötekine gelince, bakın o zamanlar, yani 540 milyon yıl önce ortada dolaşan yegane organizmalar, iki katmanlı hücrelerdi. Genel olarak o zamanlar dünya bir tek hücreliler dünyasıydı. Ve birden bire bu karmaşık şeyleri ortaya çıkartıyorsunuz. Ve dünya bomboş. Bu harika bir şey. Düşünün evrimsel olarak hiçbir sınır olmaksızın gelişebilirsiniz. Önünüze büyük ekonomik fırsatlar serilmiş.”

 

Bilimsel bir ciddiyeti olmayan bu iddia da, Berry”nin uçan canlıların kökenini açıklamak için “uçma ihtiyacı”nın yeterli olduğunu öne sürerken kullandığı yanıltma yönteminin bir benzeridir. Eğer dünyada ileri sürdüğü gibi “büyük ekonomik fırsatlar” serili olsa bile (ki bu da tartışılabilir), bu fırsatlar, kuşkusuz, kendilerini kullanacak havyanları oluşturamaz. Berry”nin mantığıyla düşünürsek, bir odayı çeşitli besin maddeleriyle doldurup, so

Ayrıca bakınız

Current Biology Dergisi’ne Cevap: Dişli Horozbinalar Evrim Geçirmedi, Yaratıldı

Current Biology dergisinde 30 Mart 2017’de yayınlanan bir makalede, bilimsel adı “meiacanthus grammistes” olan dişli …

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.